30 Temmuz 2015 Perşembe

KISA BİR İZNİK GEZİSİ

Bayramda memlekete gidip dönerken hep tabelasını gördüğümüz ama bir türlü uğramadığımız İznik'e bu bayram -kısa da olsa- uğrama şansımız oldu.

İznik'te ne vardır, nereler gezilir diye internetten araştırınca epeyce şey çıktı karşımıza.
Ama vaktimiz kısıtlı olduğu için şehir içinde şöyle bir turladık.

İznik'in hemen her noktasında tarihi bir yapıya rastlamak olası. Merkeze girişte ilk olarak surlar karşılıyor ziyaretçileri...

Biz ilk olarak Şeyh Kutbiddin Cami'ne uğradık. Minicik ve sevimli bir cami burası. Dış görünüşü süsten ve gösterişten uzak, kendi halinde. Sultan II. Beyazıt'ın vezirlerinden Çandarlı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış (fotoğrafta sol tarafta görünüyor).

Fotoğrafın sağ kısmındaki yapı Nilüfer Hatun İmareti. Nilüfer Hatun kim demek en doğal hakkınız elbette. Rahmetli, I. Murat'ın annesi oluyor. Bu imaret Nilüfer Hatun anısına yaptırılmış. Günümüzde Şehir Müzesi olarak kullanılıyor. Fakat biz uğradığımızda restorasyon olduğu için maalesef içini gezemedik. Ama bahçesinde bile pek çok tarihi eser vardı.


İznik'in doğasını çok beğendim. Kocaman ağaçlardan sarkan pespembe çiçeklerin ismi nedir bilemiyorum ama görüntüleri harikaydı. Çay bahçesi bir o kadar sıcak (hem hava durumu olarak, hem ortam olarak) ve bir o kadar da sakin görünüyordu.


İznik denince ilk akla gelen şey elbette çini. Ve doğal olarak İznik'te pek çok çini atölyesi var. Bir kısmını gezme fırsatımız oldu. Klasik anlamda çininin en çok kullanıldığı nesneler zannediyorum ki süs olsun diye duvara asılan yada camekanlı dolaplarda duran tabaklar. Ama gezdiğimiz atölyelerde çininin uygulandığı pek çok farklı obje gördüm. Saksılar, buzdolabı magnetleri, aynalar, duvar süsleri, kolyeler, küpeler, duvar panoları, fincanlar,... O gün hem havanın çok sıcak olması hem de benim pek konuşkan ve girişken bir ruh haline bir türlü bürünememem, hem alışveriş potansiyelimin sıfıra yakın olmasına hem de atölye sahiplerinden izin isteyerek o güzelim ürünleri fotoğraflama şansından uzak kalmama sebep oldu. Neden sonra aklıma geldi de eşe dosta ve kendimize bir kaç buzdolabı magneti almayı akıl edebildim Allah'tan:) Fotoğrafı camekanın dışından çektiğim için parlamış, gerçi bunu çekmiş olmama şükür! :) Çini ürünlerini atölyelerde görebileceğiniz gibi, eski bir iki handa da satış yapan yerlerde rastlamanız mümkün.


İznik'in çinisi meşhur olur da kapı numaraları plastik üzerine sıkıcı bir düz renkle mi yazılır? Elbette hayır! Kapı numaralarında bile bir estetik göze çarpıyor, bu güzel detay insanı mutlu ediyor.


Çivit mavisi diye bir renk vardır, bilir misiniz? Kerpiçten olduğunu tahmin ettiğim, nice yaşanmışlıklara ev sahipliği yapmış ama günümüzde boynu bükük kalmış bu ev bir zamanlar çivit mavisi rengindeymiş. Ne kadar da güzelmiştir kim bilir...


Türkiye'de sanırım bir çok yerde Ayasofya Camisi var. Bunlardan biri de İznik'te. Eskiden bir kiliseymiş, sonradan camiye çevrilmiş. Tarihçesi pek eskilere dayanıyordu, yanılmıyorsam Roma Dönemlerine. Pek çok kez tadilata uğramış ve asıl halinden farklılaşmış. Ama hala güzel bir yapı.


İlçe merkezinde biraz turladıktan sonra İznik Gölü çevresinde dolandık biraz. Burada pek çok balık restorantı var.  Ramazan olduğu için çoğu kapalıydık. Restorantlar tabi ki göl manzaralı...

İznik çok huzurlu ve güzel bir yermiş. Daha önce uğramadığım için üzüldüm açıkçası. Umarım tekrar ve daha uzun süreli ziyaret etme şansım olur. Velev ki gittik, nereleri gezelim diyenler için bu sayfa bir nebze yardımcı olabilir.



14 Temmuz 2015 Salı

İMAJ VE TAKVA

Yazar: Fatma BARBAROSOĞLU
Yayın evi: Profil Yayıncılık

Fatma Barbarosoğlu'nu Ahir Zaman Gülüşleri isimli kitabıyla tanımış ve sevmiştim. 
İmaj ve Takva isimli kitabın da gerek ismi gerekse içinde yer alan bazı cümleleri oldukça çarpıcı diye düşünüyorum açıkçası.
Kitabın ismine baktığımda aklımdan ilk geçen, "tesettür ve moda" kavramıyla ilgili satırlar okuyacağımdı. Ama okuyunca fark ettim ki konu sadece bununla sınırlı değil.

Ben imaj kelimesine nedense sonradan edinilmiş bir alışkanlık anlamı yüklüyorum. Biraz negatif bir anlam da diyebilirim. Takva kelimesiyle bir arada düşünmek biraz garip -yada yakışıksız mı demeliyim- geliyor.

Son dönemde tesettür modası gibi bir kavram çıktı ortaya. Tesettürlü bayanlara hitap eden (?!), kapağında profesyonel makyaj olan bayanların yer aldığı dergiler bir de... Ve beş yıldızlı, açık büfeli, mide doyup da göz doymadığı için akıbeti çöpe dökülmek olan tabakların bulunduğu  ve adı "İslami otel"  olan yerler türedi.

Amacım kişileri eleştirmek değil. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Ama kişileri bir kenara koyarak olayları tartışabiliyor (irdelemek anlamında kullanıyorum) olmamız gerekiyor.
İslam'da gerçekten böyle olgular var mı?
Bu şekilde bir hareket tarzı İslam'a uygun mu?
Ben bu kitapta yazarın nalına da mıhına da dokunmaktan çekinmediğini ve çok da iyi ettiğini hissettim (Fatma Hanım felsefe mezunu, sosyoloji doktorasına sahip, baş örtülü bir gazeteci, yani aslında dış görünüş itibariyle, eleştirdiği şeyleri yapan insanların giyim tarzıyla benzer bir kişi, "içeriden" yani).

Yazıyı biraz uzatacak belki ama kitaptan hoşuma giden bazı cümleleri paylaşmak istiyorum...



Sahabe helalleri bile "ya haramsa" diyerek terk etmeye meylederken ahir zaman Müslümanları haramları helal kılacak fetvaların peşinde.

... Bize bulaşmayacak kadar uzakta olan insanların dertlerini magazin merakıyla tüketme eylemi içine giriveriyoruz. Çünkü uzaktaki insanın dertleri, paylaşma ve yardım etme mesuliyetini üzerimizden alarak kendi günahlarımız için önemli bir dip not, bir referans teşkil ediyor.

Ne dahiye, ne deliye sabrı var toplumun.

Eğer her yazar, entelektüel birikimini, kendi zihni performansını ve inandığı dünya görüşünü bir sıfat (yafta demek daha doğru olabilir, iyi niyeti muhafaza telaşıyla sıfat diyoruz) olarak imzasının önünde taşıyor olsaydı, isimlerimizin önüne getirilen "İslamcı" sıfatından ancak gurur duyuyor olurduk.
Fakat diğer kategorilerin sahiplerinin atlanarak -mesela "Marksist muhabir", "liberal entelektüel", "Kemalist gazeteci", "Yahudi yazar"- sadece İslamiyet'i bir dünya görüşü ve ahiret inancı olarak benimsemiş olanların, imzalarının önüne "İslamcı" sıfatının getirilmesini çok kasıtlı ve manipüle edici bir tavır olarak görmemek mümkün değil.

Esasında insan her şeyin en iyisine layıktır anlayışını her fert kendi dışındaki insanlar için uygulamaya kalksa toplumsal barış adına önemli bir mesafe kat edilmiş olacaktır.

... sanılanın aksine üniversitelerde başını örten ilk kuşak köy kökenli ailelerin değil şehirli ailelerin kızlarıdır.

Müslümanların da bir modası olması gerektiği özellikle müteşebbis beyler ve Müslüman estetisyenler tarafından müdafaa edildi. "Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır" sloganı ile birlikte "en iyi" üzerinde anlaşamayan kafalar en iyinin "en pahalı markalar" olduğu konusunda hem fikir kaldı.

... modern dünyaya laf yetiştirme telaşı Müslümanların dünyayı ve ahireti bir bütün olarak gören algısını zaafa uğrattı.

Şekil olarak, daha ehl-i takva, yani daha dindar olduğumuz imajını verirken, his olarak gittikçe dünyevileşiyoruz.

Tesettürlü kadınlar ve genç kızlar tesettürün toplumsal mesafe boyutunu içselleştiremedikleri için kıyafetin ifade ettiği bedene yabancılaşan jest ve mimikler yaptıklarını, argo kelimelerle doldurulmuş konuşmaların kendilerini karikatürize bir kimliğe düşürdüğünü fark etmiyorlar.

İslam'da kadın ile erkeğin eşitliğini konuşuyoruz. Modern dünyada kadınların kadınlara eşit olmadığını unutarak.

Aslında modern dünyanın sorunu, kadınların "kadınlık bilincine" erkeklerin "erkeklik bilincine" sahip olmamalarından değil, empati yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.

İyiliğin doğasında göstermek veya görünmek değil, fark edilmek esastır.

Yakınımızdakine uzaklaşırken, uzağımızdakine yakınlaşıyoruz.

2 Temmuz 2015 Perşembe

BEDDUASI TUTAN KAZLAR

NŞA'da (normal şartlar altında) pamuk yastık, yorgan, minderden şaşmam.
Ama her şey İKEA'da nakışlı motiflerine bayıldığım ve yeni aldığımız koltukta pek de güzel duracağına kanaat getirdiğim yastığı almamla başladı.

Dediğim gibi, vurulduğum şey renkli nakışlardı.
Yoksa yastığın pofidik iç malzemesi (ördek sırt tüyü oluyormuş kendileri) yada yeni sezon ürünü olduğu için fiyatının biraz yüksekçe oluşunun canımı baştan sıktığını söylememek haksızlık olur.

Yastık şudur efendim:

Bazı durumlarda insan bile bile lades diyor sanırım.
Yastığın aşırı yumuşak olması, sırtımızı yasladığımızda rahat edip edemeyeceğimiz sorusunu aklıma getirse de ben bu yastıktan aldım.
Hem de birden fazla (sayıyı telaffuz etmeyeyim, bir kez daha canımı sıkmayayım mübarek gün).

Gel zaman git zaman, işten eve gelince evde ağır bir koku hissetmeye başladım.
Hamilelik sebebiyle koku duyarlılığındandır diye düşündüm ama bu durum gün geçtikçe sinirimi bozmaya başladı.
Sonradan fark ettim ki kokunun müsebbibi yastıklar!
Attım hemen makineye, yıkadım, pakladım (en azından ben paklanacaklarına ihtimal vermiştim).
Yastık kurutmak zaten dert, çıkardım balkona, hava sirkülasyonunu sağlayacak şekilde yerleştirdik, geldik gittik yönünü çevirdik güneşe, tüylerin yerini değiştirdik.
Ama yok, hala kokuyor!
Sonra internetten araştırınca acı gerçekle karşılaştım ki kaz tüyü olan yastıkların kaderinde berbat şekilde kokmak varmış...
Bir umut, kuru temizlemeye verdim tekini.
Ama maalesef. Ben o tüylerle aynı evde yaşayamam.
Ya onlar ya ben! (o derece ruh halimi bozdular diyebilirim).

Kazların Bedduası Olsa Gerek...

İnternette kaz tüyünün nasıl elde edildiğine dair videolar var ki insanın izlemeye vicdanı el vermiyor.
Ben izleyebildiğim kadar ki kısmından sonra ağladım vicdan azabından, o derece diyeyim.
Tövbe ettim yeminle, "Allah'ım, kazlara yapılan zulmü bilmeden aldım ben bunları!" diye.
Çok safça düşünüyormuşum, koyunları falan kırparlar ama canları hiç yanmaz ya, kazların da aynı uygulamaya maruz kaldığını düşünmüştüm hep.
Ama çok yanılmışım, hayvancağızlar canlıyken resmen tüylerini dibinden yoluyorlar!
Canları o kadar çok yanıyor ki demek hayvancağızların, vücudunun yarısında tüy var yarısı yok vaziyette geziyorlar ortalıkta:(
Ve bu koku, o kazların beddualarının ve ah'larının eseri bence...
"Rahat yüzü görmeyesiniz!" diye dua mı ediyorlar artık, bilemedim:(

Hal böyleyken böyle a dostlar.
Kokuya dair bir çözüm önerisi olan varsa lütfen belirtsin.
Yoksa şayet, mahalledeki hangi çöp konteynerinin yanına koysam ben bu yastıkları diye düşünmeye başlayacağım:-/
Gerçi kokusu gitse de kullanmak içimden gelmeyecek sanırım...

(Yastığın fiyatına baktım da, İKEA benim aldığım fiyatın üzerine yaklaşık 20 lira daha koymuş.:p )