21 Kasım 2015 Cumartesi

BEBEGIMIZ DOGDU :)

Blogger arkadaslarim, epeydir ortalarda pek yoktum.
Su an da fazla uzun yazma imkanim yok ama bizler icin guzel ve ozel olan haberi sizlerle de paylasmak istedim.
Cok sukur bebegimiz sagsalim dogdu, buyumek icin uyuyan ve acikan minnak bir oglumuz var:)
Allah isteyen herkese nasip etsin.
Guzel dualariniza ihtiyacimiz var.
Mutluluk verici oldugu kadar da zor ve yoran bir surecteyiz.

En kisa surede sahalara donus yapabilmek umidi ile:)

19 Ekim 2015 Pazartesi

ÖLÜ ADAMIN CEP TELEFONU

Hayatımızın her zerresine sirayet etmiş bir cihaz cep telefonu...
Telefon olmanın ötesinde bir işlevi var artık pek çok kişi için, hepimiz farkındayız bunun.
Sosyal medya hesapları denen olay da bu şekilde, pek çok kişi bağımlı hdurumda.
Bir ara aklıma düşmüştü bu olay "yaşarken tamam da bir insan öldükten sonra sosyal medya hesapları ne oluyor?".
Tam da bunu düşünürken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Ölü Adamın Cep Telefonu isimli bir oyunu olduğunu görmüştüm internette.
Farklı mecralardan okudum, araştırdım.
Yorumlar oldukça olumlu yöndeydi, beğeni oranı yüksekti.
Fakat geçtiğimiz sezon içerisinde ya yer bulamadım ulaşabileceğim sahnelerde yada tarihleri uymadı.

Derken yeni sezon açıldı, biletler bitmeden biz de kendimize yer bulabildik.
Konuyu kendi çapımda önceden merak ettiğim ve okuduğum yorumların oldukça büyük bir çoğunluğunun çok çok iyi olmasından mütevellit, beklentim yüksekti.

Gelelim oyun hakkındaki görüşlerime...
Tiyatronun oldukça emek isteyen bir sanat dalı olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple -bazı olumsuzluklar görsem de- insanların emeklerine saygısızlık etmek istemem, başta bunu belirtmek istiyorum.


Oyunun ana fikri, ölen bir adamın cep telefonuna sahip çıkan bir kızın, bu adamın ailesi ve adamın ölümünden haberi olmayan kişilerin telefonu araması ve beraberinde gelişen olaylarla ilgili.
Oyunda 6 kişi sahne alıyor; oyunun yönetmeni olan Arda Aydın aynı zamanda "ölen adam"ı canlandırıyor.
Sahnede yer alan karakterler; ölen adam (Gordon/Arda Aydın), Gordon'un çatlak annesi (Gottlieb/Nergis Çorakçı Başak), Gordon'un yine çatlak olan eşi (Hermia/Pelin Budak), Gordon'un geri planda kalmış ama özünde iyi biri olan kardeşi (Dwight), Gordon'un yasak ilişkisi (Carlotta/Nurseli Tırışkan) ve Gordon öldükten sonra telefonuna sahip çıkan esas kız (Jean/Yeliz Gerçek).
Oyunculuk anlamında Gordon, çatlak annesi ve yine çatlak olan eşi Hermia'nın oldukça başarılı olduğunu söylemeliyim.
Esas kız modundaki Jean'de nedense bir telaş, bir oyuna adapta olamama hali, bir ilginç şekiller olduğunu hissettim.
Ve bazı izleyici yorumlarının da bu fikrimi desteklediğini gördüm.

Oyun beklentimi karşıladı mı derseniz... Pek de memnun kaldığımı söyleyemeyeceğim.
Belki kültür anlamında bizden olmadığı için. Elinde votka, üzerinde sabahlıkla sarhoş bir halde dolanan anne karakteri pek bizden değil zira (fakat yılların tiyatrocusu Nergis Çorakçı Başak'ın performansı taktire şayandı). Tercümede sıklıkla kullanılan, Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz ama gündelik hayatta pek de kullanmadığımız "hani... bilirsin işte" lafının pek çok kez tekrarlanması... Bana iğreti geldi biraz.



Bunun yanı sıra, Gordon'un çatlak eşi Hermia'nın fantazi dünyasındaki hayalleri ayan beyan anlattığı sahneler sebebi ile de oyunda belli bir yaş sınırı olması gerektiğini düşünüyorum (anne babasıyla oyuna gelen ve muhtemelen 12-13 yaşlarında olan çocukların bu tarz muhabbetleri dinlemek için henüz küçük olduklarını hissettim açıkçası). Şöyle de bir durum var, Hermia'yı canlandıran Pelin Budak'ın sahne performansı olarak oldukça başarılı olduğunu yadsıyamam. Ruh halleri arasındaki geçişi gerçekten güzeldi.

Oyunun, beklentimin biraz altında kalmasının sebebi belki de konunun dünya genelinde ortak bir yönünün olması ama işleniş bakımından yerelden uzak olmasıydı.

Hep olumsuzluklardan bahsettim şu ana kadar ama hoşuma giden yerler de oldu elbet:)
Mesela olayların geçtiği mekanların arkaya yansıtılan ekranlarda karikatürize bir şekilde verilmesi ve perdelere yansıyan ışık oyunları güzeldi.

Oyunun süresi 1 saat 50 dakikaydı. Oyun hakkında bilgi için bu adresi inceleyebilirsiniz.
Şehir Tiyatroları'nın önceden izlediğim ve blogda da paylaştığım On İki Öfkeli Adam ve Müzikal Oyun Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım beklentimi oldukça yükseğe çıkarmış olmalı ki bu oyundan da -belki gereğinden fazla- beklentiye girmişim:)

* Fotoğraflar internetten alıntıdır.

30 Eylül 2015 Çarşamba

RENGARENK KUŞLU ETAMİN TABLO

Bu aralar etamin işlemeye feci halde sarmış durumdayım.
Şu tombilibu halimle evde çok fazla iş yapamadığım için, genel anlamda dinlenme modundayım:)
Ben de bu süreci üretken geçirmeye çalışıyorum.
Küçük işlemeler yapıp, kısa zamanda tamamlayınca da pek bir mutlu oluyorum;)


Bu renk cümbüşü kuşu bayramda işledim.
Sanırım o gün oldukça azimliydim, 1 gün içinde tamamladım.
Gerçi çok teferruatlı bir işleme değil, ama otur kalk işleyince bazen sürünüp gidiyor bir iş insanın elinde.


Çerçeveyi İKEA'dan almıştık, bir paketten 2 çerçeve çıkıyor.
Düz, basit bir çerçeve.
İşleme de oldukça sade.
Hal böyleyken, kombinasyon gözüme pek bir sade göründü.
İçinde bir ben eksik olan hobi eşyaları kutularımdan en büyük ebatlısını çıkardım piyasaya.
Pembe üzerine beyaz puantiyeli kurdelayı ve düz pembe renkli kurdelayı çıkarıp basit ama -bana göre- sevimli olan detayı eklemeye karar verdim.
Ama küçük bir sorunum vardı, elde dikmek istemiyordum.
Bununla birlikte evdeki dikiş makinesini de bir şekilde kullanmanın vakti sanırım yavaş yavaş gelmişti;)
Eşim sağ olsun, bayram günü, gecenin kör vakti, kurdelayı dikiverdi etamine (evet, bizim evde dikiş makinesinden anlayan kişi şu an için eşim:) Bana da öğretecek:)


Şablon, etamin konusunda muazzam şeyler üreten Filiz Türkocağı'na ait.
Ben ayak kısmında değişiklik yaptım sadece.
Filiz Hanım'ı çok taktir ediyorum.
Kendi tasarımı olan birbirinden güzel şablonları pinterest hesabından paylaşıyor.
Resmen amme hizmeti görüyor vallahi:)


Farklı renk çeşitleriyle de işlemeye niyetim var bu güzel kuşu ama bakalım, elimdekileri ne zaman tamamlayabilirim ve yeniden bu modele dönebilirim.
Aklımda bir sürü fikir var:)
Ben etaminin sadece duvara pano yapılıp asılarak kısıtlı bir alanda kullanılmasından yana değilim.
O kadar emek harcanıyor neticede; daha bir elimin altında, daha bir gündelik hayatın içinde olmalı kanısındayım.
Arayışlarım hep bu minvalde.
Bir kaç iş daha var tamamlanan, yada tamamlanması yakın olan;)
Kısa zaman içinde onları da paylaşırım inşallah...

28 Eylül 2015 Pazartesi

BEBEK ODASI İÇİN BICIRIK BİR ETAMİN TABLO

Zaman çabuk geçiyor, 3 aydan daha uzun bir süre önce yazdığım etaminde seviye atlamak başlıklı yazımda hazır etamin kitleri yerine; kumaşını, ipini, şablonunu kendim temin ettiğim bir işleme yapmaya karar verdiğimi yazmış ve şablonu ucundan kenarından paylaşmıştım fotoğrafla.

İşte o şablonu (çok şükür) kazasız bir şekilde tamamlamayı başardım! :) (Gerçi öyle bir hevesle işledim ki anlatamam... İşlemenin bir kısmı Ramazan ayına denk gelmişti. Sahura kalktığımda dahi "dur iki çarpı yapayım da öyle yatayım" dediğimi biliyorum:)
Sabah işe gitmeden de bir kaç çarpı attığım ve eşimin "hadi çıkalım artık, ne yapıyorsun sen sabah sabah:)?" dediği de doğrudur;)


Aslında işlemeyi tamamlamam (benim kriterlerime göre;) çok uzun sürmedi, sanırım 2 hafta kadar zamanımı aldı.
Fakat gönlüme göre bir çerçeve bulamadım.
Niyetim, açık renkli ve ahşap rengi bir ahşaptı.
Fakat bir türlü denk gelmedi.
Ben de el mahkum, ahşap görünümlü plastik bir çerçeve ile işlemi tamamlattım.


Bebikonun odasına asacağım inşallah bu sevimli şeyi.
Ben ilk gördüğüm anda bayılmıştım zaten şablona, işleyince de gayet güzel oldu bence.
Karşısına geçip geçip bakıyorum şimdilik:)

Şablonu etaminde seviye atlamak isimli yazımda link olarak nereden temin ettiğimi paylaşmıştım. İlginizi çekerse inceleyebilirsiniz.

16 Eylül 2015 Çarşamba

ANNE-BEBEK İHTİYAÇLARI PİYASASINDA SON DURUM

Şu blog alemi gerçekten insanın alıcılarını feci şekilde açıyor.
Aslında o anda pek de ilgi alanınızda olmayan bir konuyla ilgili okuduğunuz blog yazısı, yeri geliyor işinize yarıyor.

Belki 1.5 yıl olmuştur, bloglardan birinde bebek alışverişi için Eminönü Havuzlu Han'da pek çok dükkan olduğunu okumuştum.
Bir takım ihtiyaçlarımızı internetten temin etsek de sektörün nabzını yerinde tutmak gerektiğini düşündük;)
Şunu anladım; doğum hazırlığı için yapılacak alışveriş için öncelikle internetten güzel bir araştırma yapıp ne ihtiyaçtır, hangi ürün ortalama ne civarlardadır fikir sahibi olmak, akabinde ve detayında elinden bebek gelip geçmiş tecrübeli ve aklına güvendiğiniz bir bayan ile alışverişe gitmek gerekiyor.
Gerçi biz biraz kalabalık gittik (eşim ve babam Havuzlu Han'ın muhtelif katlarındaki muhtelif koridorlarda sandalye yada banklarda oturarak bizi beklemeyi tercih ettiler haklı olarak:)
Ben, annem ve 12 yaşındaki yeğenimle birlikte biz de Havuzlu Han'ı tavaf ettik.

Ürünler, fiyatlar ve gözlemlerimi aşağıda elimden geldiğince paylaşmaya çalışacağım. Yeri gelecek, bazı ürünleri Bakırköy Pazarı ve internet siteleri ile de kıyaslamaya çalışacağım. Gerçi bir fiyat diğerini tutmuyor, anlık değişimler oluyor. Ama ne yapayım? Benim adım Hıdır, elimden gelen budur. Araştırma sürecinde çok fazla okudum, bir çok fikir edindim. Tecrübe ettiğim detayları ben de paylaşayım istedim, belki birinin işine yarar.

Şunu eklemeden geçemeyeceğim; aslında hamilelik ve hazırlık sürecinde çok farklı duygulara kapılıyorum. Neden derseniz, gerek ülkenin gerekse dünyanın muhtelif bölgeleri her daim yanıyor. Sıkıntılar, üzüntüler, malum. Zorluk içinde olan pek çok insan var. Onlar da anne, onlar da bebek. Dünyanın adaletini sorguluyorum. Mantıklı bir cevabı hiç bir zaman olmayacak bir sorunun peşine düştüğümü fark ediyorum. Belki de imtihan bu diyorum. Elimden gelen şeyse ihtiyaçlarımı karşılarken -elimden geldiğince- aşırıya kaçmamak ve dualarımda onlara da yer vermek. Rabbimin onların da hayatını kolaylaştırmasını dilemek. Kavanoz diplisin dünya, ne diyeyim???

Gecelik ve Pijama Sorunsalı

Gönlüme göre bir şeyler bulmakta en çok zorlanacağımı tahmin ettiğim ve maalesef tahminimde de yanılmadığım ürün kendim için alacağım pijama ve gecelik oldu. Havuzlu Han'da ve Eminönü'nde bulunan zibilyon tane çamaşırcı-pijamacı dükkanında hemen hemen aynı markalar ve modellerle karşılaşıyorsunuz. Fiyatlar dükkandan dükkana fark gösteriyor. İki haneli rakamlardan üç hanelilere kadar fiyat yelpazesi geniş. Kimi takımlar ikili, kimisinde sabahlık da mevcut. Model olarak iki temel mantık var; bir, dantelli fistolu hafiften fantaziye kaçan modeller, iki, leylekli ayıcıklı motiflerle biraz daha çocuksu modeller. Şöyle spor, ayıcıktan böcekten uzak yada fistolarla süslenmemiş bir pijama takımı yada gecelik bulamadım Havuzlu Han'da ve bakabildiğim kadarı ile Han'ın dışındaki dükkanlarda. Giyecek konusunda benim ilk tercihim hep pamuklu ürünlerdir. Ama bu ürün türünde % 100 pamuklu ve makul fiyata bir şey bulmak çok zor (İlla ki var ama fiyatlar oldukça yüksek. Her zaman kullanılmayacak bir şey için de o kadar para vermek mantıklı gelmedi bana açıkçası). Gerçi benim aradığım farklı kriterler de vardı; mesela uzun kollu olmaları, geceliğin boyunun uzun olması (genellikle diz altı modeller mevcut), kol kısa ise şayet sabahlığının olması, yakasının çok açık olmaması gibi... O kadar ince eleyip sık dokuyunca sadece pijamayı alabildim o gün. Beyzam marka bir pijama. Fiyatı tam anlamıyla ortalama, 75 tl. Üçlü takım halinde. Artış, Haluk Bayram diye (H&M tarzı bir sembolü var) ismini hiç duymadığım iki markanın modelleri ve ürünleri aradığım kriterlere daha uygundu. İsmini bildiğimiz ve kalitesine güvendiğimiz markaların dahi alt pijamalarının polyester olması beni şaşırttı. Polyester terletmez mi yahu? Bir de altı polarlı gibi, elyaf gibi takımlar var ki ben içinde -büyük söylemeyeyim ama- hiç duramam herhalde!  :)


Gelelim Bakırköy Pazarı'ndaki alternatiflere... Vallahi Havuzlu Han'da ve Eminönü'ndeki dükkanlarda rastlamadığım model ve fiyatta gecelikler ve pijamalar buldum burada. Daha farklı bir şey olabilirdi belki ama, içim ısınınca geceliklerden birine tav oldum ve aldım. Beynimde sürekli "alınacak, aranacak" döngüsünü kırmak için bunu yapmam gerekiyordu. Mağaza fiyatı 75 tl dedi satıcı, onun yalancısıyım (ki doğrudur, benzerleri o fiyatlarda). Markası Artış. Kolunda küçük bir bölgede tel çekilmesi olduğu için 35 liraya aldım. Anneciğim kolu güzelce dikti. Ben söylemezsem kim görecek, kim bilecek tel çekiğini o halimde? :) 
Aynı satıcıdan mis gibi, pamuklu bir de pijama takımı aldım. Şu dönemlerde normal pijama altlarım denk gelmiyor zaar:) O bel bölgesindeki lastiklerle kavga halindeyim sürekli. Fiyatı ne derseniz, şaka gibi, 25 tl derim. Pazarları seviyorum ben yaaa... Bunu bir kez daha anladım:) Gönül isterdi ki daha pek çok yer gezeyim de gönlüme daha çok uyan bir şey bulayım... Ama uzun süreli dolaşmak o kadar kolay olmuyor artık. 

İnternette de epeyce araştırma yaptım aslında. Relax Mode, Cossy by Aqua, Dagi, Şahinler, gibi... Ama üstte de belirttiğim üzere ya modeller bana hitap etmedi yada fiyatlar gereksiz fazlaydı.

Bebek İçin Hastane Çıkış Takımı

Kutu halinde satılan hastane çıkışlarının fiyatı Havuzlu Han'da ve Bakırköy Pazarı'nda hemen hemen aynı diyebilirim. Benim ihtiyacım olan biraz daha az parçası olan bir takımdı. İnce battaniyeye ihtiyacım yoktu çünkü evde yeğenimden kalan bir kaç battaniye var. Bu sebeple 5 parçalı bir takım aldım. Fiyatı 25 tl. Yine evde pek çok üst zıbını olduğu için, yedek olarak iki parçalı alt üst takım aldım. Fiyatı 9 tl. Pamuklu ve yeri gayet güzel. 

Ayaklı Alt Pijaması ve Üstler

Parça fiyatları 3-5 lira arasında değişiyor. Ama penye kaliteleri arasında elbette fark var mağazadan mağazaya. Yumuşacık olanlar tercih sebebi. Organik, sertifikalı ürün alacağım derseniz öyle alternatifler de var. Ama fiyatlarını anımsayamıyorum.


Emzirme Önlüğü

Genelde antin kuntin parçalardan pek sıkılırım ben. Az ve öz eşya isterim. Ama bu emzirme önlüğünü ilk gördüğümde pek bir hoşuma gitti. Bebeği emzirmek için minnacık odalarda, yapış yapış halde bu işlemi yapmak hem bebeğe hem anneye zulüm oluyor bazen. Ortalık yerde olsanız üstüm açıldı mı, bebek havasız mı kaldı sıkıntısı işin başka yönü... Havuzlu Han'dan 10 tl'ye aldığım emzirme önlüğünün farklı bir markası ebebek mağazasında 29 tl. Aralarında ne fark var bilmiyorum vallahi! Sanırım ebebekteki altın kaplamalı ama ben göremedim:)

Lansinoh Krem

İnternet aleminin hemen hemen tüm annelerinin söz birliği yapmışçasına tavsiye ettiği Lansinoh Krem'i Havuzlu Han'dan (40 ml) 30 tl'ye aldım. İnternet sitelerinde fiyat parçalı bulutlu. İndirime denk gelinirse ayrı mevzu tabi.

Kapı Süsü, Lohusa Bir şeyleri ve Muhtelif Ivır Zıvırlar

Han'da bu sektörün temsilcileriyle sıklıkla karşılaşmak mümkün. Hemen hepsinde benzer şeyler var. Üzeri tül, kumaş veya keçe ile süslenmiş bebek odası kapı süsleri, bebek şekerleri, içi şeker dolu kavanozlar, ıncık cıncık pek çok şey... Kapı süsleri bir dükkanda oldukça uygun fiyatlıydı, 25 tl'ye vereceğini söyledi (elindekini bitirince bir daha o tür ürün satmayacağını söyledi satıcı can havliyle. Ne derdi varsa artık?:). Çok benzer bir ürünü -yalan olmasın- 45 tl'ye falan gördük üst katlardaki dükkanların birinde. Bir başka dükkanda 75-80 tl fiyatlarını duyduk. İnternette -emeksensin gibi sitelerde- fiyatlar genelde 50 tl'nin üstünde. Bu türdeki alışverişleri Han'dan yapmak daha makul olabilir. Ben hiç bu tarz bir şey almadım gerçi. Laf olsun diye baktım:)

Lohusa tacı, terliği falan gibi süslü atraksiyonlu şeyler de var. Ama fiyat yine aklımda değil. Ben Özdilek'in yumuş yumuş ama üstü nakışlı terliğini aldım, 15 tl. O ağrı sızı içinde incili boncuklu terlik beni bozar:) Lohusa tacını hastanede taksam da saçlarımı kapatacağım için kimse göremeyeceğinden, öyle bir şey almadım. Ama eve geldiğimde -hem gözüm de açılmış olacak iyice inşallah- takmak için iğne oyalı çok tatlı bir taç almıştım Ramazan ayında Sultanahmet'te kurulan el işleri panayırından. Hem de 3 tl idi;) Herkeste olan şeyleri kullanmak, ne biliyim, biraz ters galiba bana:) Huysuzum azıcık:)

Bebek Battaniyesi

Şöyle el örgüsü, sıcacık, yumuşacık bir battaniyeydi aslında aradığım ama bulamadım. Havuzlu Han'da (Elif Bebe'de) çok güzel bir battaniye gördük. Biraz kalınca. Hem evde hem de dışarı çıkarken kullanılabilecek tarzda bir ürün. Çift yüzü de pamuklu kumaş. Üzerinde çıt çıtları var, dışarı çıkarken kundak gibi de yapılabiliyor, çok kullanışlı. Ama ara kısımda kalan yüzey elyaf. Bu sebeple çok beğenmeme rağmen almadım. Sanırım 80 yada 90 tl idi fiyatı. 

Bebek battaniyelerinde polar, elyaf tarzı malzeme çok kullanılıyor. Ben pek tercih etmiyorum böyle ürünleri açıkçası. Bebek altını açmak için de pek süslü, ayıcıklı falan sevimli takımlar var ama hep sentetik. Çok güzel görünseler de temkinliyim kendilerine karşı. Bu sebeple fiyatlar aklımda kalmamış hiç. Ama tercih ve zevk meselesi tabi, kimseye de bir şey diyemem. Triko battaniye çeşitleri de pazarda ve Kürkçü Han'da hemen hemen benzer civarlarda.

Yün ve el örgüsü bir battaniyeyi Kürkçü Han'da bulabileceğimize dair bir düşüncemiz olsa da orayı fethedecek mecalimiz kalmadığı için maalesef uğrayamadık. Ama el örgüsü bir battaniye için gerekli olan 3 ana öğeyi, yani; modeli, ipleri ve örecek bir ablayı bulduk ve sıkıntımızı da bu şekilde çözmüş olacağız inşallah. Aşağı yukarı maliyeti de 100 tl gibi bir şey olacak (ipler zaten 40 tl tutuyor:-/ ) Onları da Eminönü'nden alsak çok daha uyguna gelirdi ama fırsatımız olmadı ona. emeksensin türü sitelerde el örgüsü battaniyeler bulabilmek mümkün.


Anne İçin Çamaşır

Aynı çamaşırı 3 farklı dükkanda 20, 25 ve 27 tl olarak görünce serbest ekonomi mantığını sorgulamaya başladığımı söylemeliyim. "İstanbul'da hiç bir şeyi ilk gördüğün yerden almamalısın, en az 3 yere sormalısın" tezimin doğruluğunu bir kez daha test etmiş oldum.

Aslında ihtiyaçlarımızın çoğunu Elif Bebe'den aldık. her dükkanı gezip fiyat araştırması yapmak çok fazla enerji istiyor. Genel anlamda bir göz atıp, en uygun bulunan yerden ihtiyaçları alıp çıkmak akıl, ruh ve bel sağlığı açısından önemli. 

14 Eylül 2015 Pazartesi

KENDİNDEN ŞEKERLİ ANNELER

Bir süre önce yazmıştım, belki hatırlayan arkadaşlarım vardır. Nasip olursa bebek bekliyoruz:)
Bu süreçte bildiğiniz üzere çeşitli kontroller, tetkik ve tahliller yapılması gerekiyor.
Bunlardan biri -ve sanırım Canan Karatay Hoca'nın ezber bozan yorumu sebebi ile- en çok tartışılanı da "gebelik şeker yükleme testi".
Konuyu öncelerden takip ettiğim kadarı ile (o zaman bebek yoktu gündemimde) kendimce verdiğim karar, bu testi uygulamamak yönündeydi.
Fakat zaman gelip, detaylı ultrasona girdiğimde işler biraz değişti.
Ultrason sonucuna göre bebeğin her şeyi çok şükür ki normaldi.
Fakat amniyon sıvım fazla çıktı. Doktor da şekerli gıdalardan uzak durmamı ve şeker yüklemesi yapılması gerektiğini söyledi (ultrason raporumda da şeker yükleme testi tavsiye ediliyordu).
Aslında önceki aylarda doktoruma bu test hakkında ne düşündüğünü sorduğumda çok kesin bir ifadeyle uygulanmasında sakınca olmadığını, bir diş baklava ile aynı miktarda şekere maruz kalacağımı belirtti. Konuyla ilgili de bilgilendirici bir yazının çıktısını verdi.
Hal böyleyken, doktorun görüşü ve rapor sonucuma rağmen- testi yaptırmayacağım demek çok da akıllıca görünmüyordu.

Bir saatlik şeker yükleme testi

Doktorumuzla anlaştığımız günde test için hastaneye gittik. Dikkat edilmesi gereken husus, bir gece önce saat 12:00'den sonra bir şey yiyip içmemek. Çünkü ilk olarak açlık kan şekeri ölçülüyor.
Akabinde limonata benzeri (100 mg) bir sıvı içiliyor ve bir saat sonra yeniden kan şekeriniz ölçülüyor. Yine dikkat edilecek bir husus, bu zaman aralığında yorucu fiziksel aktivitelerden uzak durmak gerekiyor. Zamanımı değerlendireyim de günlük yürüyüşümü yapayım dememek lazım yani. Çünkü çok enerji harcanırsa, gerçek  değerlerinizin ölçülmesi güçleşiyor ve normalden yüksek bir seviye ölçülebiliyor. İki tahlilin sonucunu almak için de yaklaşık 40 dakika kadar bekleniyor.

Ben de bu 40 dakikayı merak içinde bekledim, çünkü içimden bir ses değerimin yüksek çıkacağını söylüyordu. Bayram, izin, tatil derken yemek düzenim değişti, karbonhidratlı ve şekerli gıda tüketimim arttı. 

Sonucum çıktı, merakla sayfayı inceledim. Ve maalesef haklı çıktım, 1 saatlik bekleme sonucu ölçülen değerim normal sınırlardaki değere göre biraz yüksekti. Doktorum sonucu inceleyince, bir hafta şekerli gıdalardan, kavun karpuz gibi şeker seviyesi yüksek meyvelerden, pilav, makarna ve beyaz unla yapılan ekmekten uzak durarak kendi çapımda bir diyet yapmam gerektiğini söyledi. Test, bir hafta sonra daha yüksek oranda şeker yüklemesi (200 mg) ve 3 saatlik bekleme süresi ve 4 kan tahlili ile yinelenecekti.

Açıkçası biraz canım sıkıldı. Durumum tam anlamıyla yağmurdan kaçarken doluya tutulmak olmuştu. Hiç yaptırmayayım diye düşündüğüm testin ikinci seviyesine de maruz kalacaktım. Kendimi toparladım, yediğime içtiğime epeyce dikkat ettim ama oldukça da zorlandım.



Diyabet hastalarının işi ne kadar zormuş

Beslenme şeklimi biraz diyabetlilere benzettiğimi söyleyebilirim o bir haftalık süreçte. Çevremde diyabet rahatsızlığı olan kişiler var. Yemek konusunda sıkıntı çektiklerini biliyordum ama bu kadarını tahmin etmiyordum. Evde duran biri olsam bu kadar sıkıntı çekmezdim sanıyorum. Ama şu an işe devam ediyorum. Öğle vakitlerine doğru yemek listesine bakınca çoğu kez hayal kırıklığı yaşadım. Aynı öğünde tatlı, pilav/makarna türünde gıda maddeleri sıklıkla çıkıyor. Gittiğimiz alışveriş merkezinde yemek yiyecek yer bulamadım desem abartmış olmam (ev yemekleri yapan bir dükkanın olmaması da bunda etkili oldu). Bulduğum en sağlıklı gıda kebap oldu Allah sizi inandırsın! Pide yiyeyim desem hep beyaz undan üretiliyor. Karbonhidrat, şeker, katkı maddeli gıda maddesi gırla gidiyor. İçecekler deseniz zaten öyle. Kendi ellerimizle yavaş yavaş zehirlenmekten başka yaptığımız bir şey yok. 

O bir haftada şunu farkettim ki canım şekerli bir şey istediğinde meyve yediği an, şeker ihtiyacını gerçekten karşılayabiliyor insan. Çoğu kişinin acıktığı anda aklına ilk gelen gıda maddeleri olan çikolata, hamur işi, tatlılar, vb. gıda maddesini tüketme isteği, bünyemize zamanla alıştırdığımız bir durum bence. 


Süt, meyve ve kepekli/tam buğday unla üretilen yiyecekler neden yaygın değil?

O bir hafta içerisinde ekmeğimi yanımda taşıdım resmen. Her fırında kepekli/tam buğday ekmeği bulamadım. Marketteki katkılı ekmekleri yemek istemedim.

Günlük alışkanlığım olan bir çay bardağı Nescafe'nin yerine koyabileceğim bir bardak sütü herhangi bir restorantta bulamadım. İşe süt getirdim (bu zaten ara sıra yaptığım bir şeydi ama farklı ortamlardaki arayışlarım ne yazık ki boşa çıktı).

Meyve ile yapılan ve oldukça yaygın olan bir yiyecek var; waffle. Onun da üzerinde dökülen soslar yada meyvelerin vıcık vıcık şekerli hali -şahsen- bana çok yapay geliyor.



Talep etmiyoruz ki böyle

Velhasılı kelam, bazen yemek yememek daha mı iyi acaba diye düşünmüyor değilim:) Şaka bir yana, işimiz gerçekten zor.

Peki testin sonucu ne oldu?

3 saatlik şeker yükleme testinin sonucu şükür ki normal çıktı. Doktorum diyete gerek olmadığını ama belirtmiş olduğu besinleri tüketme konusunda dikkat etmem gerektiğini söyledi.

Durum böyle işte.
Karatay Hoca'nın haklı olduğu bir nokta var; şayet ben doktorun önerdiği gibi bir beslenme şeklini benimsemiş olsaydım (ki yediklerini abartan biri değilim, dikkat etmeye çalışırım ama zaaflarım var elbette) böyle bir teste tabi olmak zorunda kalmayacaktım.
Ne diyor Karatay Hoca; şeker, un yemeyin. E doğru, buna kim ne diyebilir ki? 
Aslında Hoca'nın tembihlediğini, analiz sonucu ile görmek için yaptırıyoruz bu testi.
Duam o ki, inşallah bebeklere zararı olmuyordur.
İnternette çok abartılı yorumlar var; şekerli sıvıyı içince başım döndü, gözüm karardı, bebeğim bir kaç gün hareket etmedi, vs. gibi.
Bünyeye göre farklılık gösterebilir elbette durum. Ama gözünü korkutmamalı insan.
Allah'a sığındım, duamı ettim, diktim ve içtim.
Tadını pek sevmedim açıkçası o sıvının, ama içmek durumundaydım ve katlandım.
Belki şekeri çok seven biri için gayet de lezzetliydi, bir şey diyemem.

Sen iki canlısın... Ye!

Toplumsal yanlışlarımızdan biri daha. Hamilelerin iki canlı olduğu doğru. Ama bu durum her şeyi iki kat yiyebilirsin özgürlüğünü vermiyor insana. Yedirilmeye çalışılan şey de genellikle -yeme kültürümüzden gelen bir alışkanlıkla- karbonhidratlı gıdalar. Yazıktır, günahtır. Gerçi kimse art niyetle yapmıyor, ama işte... Hamilenin önündeki tabağa keki, poğaçayı "iki canlı" diye ikişer tane koyup, kadıncağızın canını çektireceğimize, gün içinde iki bardak süt/ayran/su yada meyve ikram edelim de o minicik canı da annesini korumuş olalım.

Fotoğraflar internetten alıntıdır.

1 Eylül 2015 Salı

RÜZGARLI PAZAR

Yazar: Mustafa Kutlu
Yayın evi: Dergah Yayınları

Bu sene Mustafa Kutlu'nun bir kaç kitabını okudum ve genel olarak kanaatlerimi de paylaştım. 
Yazarın gözlem gücünü, kitaplarının seri bir şekilde okunabilir olmasını, hafif dilini, hayatın içinden ve bir yandan da düşündüren kareleri ele almasını seviyorum.
(Bu sebeple kitaplıkta küçük çaplı bir Mustafa Kutlu Külliyatı oluşmuş durumda:)



Rüzgarlı Pazar da yine bu minvalde bir kitap.
Kitabın kapağı ve ismini bir arada düşününce, okumadan evvel bir türlü nasıl bir içerikle karşılaşacağımı tahayyül edememiştim.
Fakat okumaya başlayınca mevzu netleşti.
Kitabın kapağında görüldüğü üzere altından vızır vızır trafik akan bir üst geçit var.
Evet, rüzgarlı pazar tam da burası.
Her gün yanlarından gelip geçtiğimiz, daracık üst geçidi iyice daralttıkları için kimi zaman söylendiğimiz, tezgahlarında akla hayale gelmeyen pek çok ürünün bulunduğu seyyar satıcıların ve dilencilerin hikayesi anlatılıyor kitapta.
Kitapta konu edilen Duran, hurdacı Bilal, dilenci doktor, çaycı Cino, görme engelli Nimet ve Cesur, hep lakabı söylendiği için ismi unutulan Şapkacı Bacı ve diğerlerinin hayat hikayesi.
Yalnız şunu belirtmekte fayda var; kitapta yer verilen karakterlerin gerçek hayattakilere oranla çok daha masum bir gözle ele alındığını düşünüyorum.
Sözüm tüm seyyar satıcıları kapsamıyor elbette.
Ama -bilhassa İstanbul'da- üst geçitleri mesken tutan seyyar satıcıların yada dilencilerin "ekmek parası" dışında farklı sebeplerle oralarda bulunduklarını da düşünmüyor değilim bazen.
Belki sizlerin de dikkatini çekmiştir, satılma olasılığı milyonda bir olan bir ürün için bir insan saatlerce hatta günlerce aynı yerde niçin beklesin ki?
Hem de gözleri fıldır fıldır çevreyi incelerken???
Kitabın konusundan uzaklaşmış oldum biraz, farkındayım.
Ama okurken bir yandan kitaptaki karakterler ile gerçek hayatta karşılaştığımız bazı emsallerini kıyaslamadan yapamadım.
Okumanın amacı da bu değil midir biraz da zaten?

Bu aralar sıklıkla tercih ettiğim gibi;) okuması kolay, kafa yormayan ama bir yandan da düşündüren insan manzaralarının olduğu bir yazın Rüzgarlı Pazar.
Okurken yorulmayayım ama bir kitabı daha bitirdiğim için sevindirik olayım diyorsanız, tavsiyemdir;)

* Önceden okuduğum ve fikirlerimi paylaştığım Mustafa Kutlu'ya ait diğer kitaplar Huzursuz Bacak, Yokuşa Akan Sular ve Anadolu Yakası isimli kitaplardı. İlginizi çekerse efendim...

30 Temmuz 2015 Perşembe

KISA BİR İZNİK GEZİSİ

Bayramda memlekete gidip dönerken hep tabelasını gördüğümüz ama bir türlü uğramadığımız İznik'e bu bayram -kısa da olsa- uğrama şansımız oldu.

İznik'te ne vardır, nereler gezilir diye internetten araştırınca epeyce şey çıktı karşımıza.
Ama vaktimiz kısıtlı olduğu için şehir içinde şöyle bir turladık.

İznik'in hemen her noktasında tarihi bir yapıya rastlamak olası. Merkeze girişte ilk olarak surlar karşılıyor ziyaretçileri...

Biz ilk olarak Şeyh Kutbiddin Cami'ne uğradık. Minicik ve sevimli bir cami burası. Dış görünüşü süsten ve gösterişten uzak, kendi halinde. Sultan II. Beyazıt'ın vezirlerinden Çandarlı İbrahim Paşa tarafından yaptırılmış (fotoğrafta sol tarafta görünüyor).

Fotoğrafın sağ kısmındaki yapı Nilüfer Hatun İmareti. Nilüfer Hatun kim demek en doğal hakkınız elbette. Rahmetli, I. Murat'ın annesi oluyor. Bu imaret Nilüfer Hatun anısına yaptırılmış. Günümüzde Şehir Müzesi olarak kullanılıyor. Fakat biz uğradığımızda restorasyon olduğu için maalesef içini gezemedik. Ama bahçesinde bile pek çok tarihi eser vardı.


İznik'in doğasını çok beğendim. Kocaman ağaçlardan sarkan pespembe çiçeklerin ismi nedir bilemiyorum ama görüntüleri harikaydı. Çay bahçesi bir o kadar sıcak (hem hava durumu olarak, hem ortam olarak) ve bir o kadar da sakin görünüyordu.


İznik denince ilk akla gelen şey elbette çini. Ve doğal olarak İznik'te pek çok çini atölyesi var. Bir kısmını gezme fırsatımız oldu. Klasik anlamda çininin en çok kullanıldığı nesneler zannediyorum ki süs olsun diye duvara asılan yada camekanlı dolaplarda duran tabaklar. Ama gezdiğimiz atölyelerde çininin uygulandığı pek çok farklı obje gördüm. Saksılar, buzdolabı magnetleri, aynalar, duvar süsleri, kolyeler, küpeler, duvar panoları, fincanlar,... O gün hem havanın çok sıcak olması hem de benim pek konuşkan ve girişken bir ruh haline bir türlü bürünememem, hem alışveriş potansiyelimin sıfıra yakın olmasına hem de atölye sahiplerinden izin isteyerek o güzelim ürünleri fotoğraflama şansından uzak kalmama sebep oldu. Neden sonra aklıma geldi de eşe dosta ve kendimize bir kaç buzdolabı magneti almayı akıl edebildim Allah'tan:) Fotoğrafı camekanın dışından çektiğim için parlamış, gerçi bunu çekmiş olmama şükür! :) Çini ürünlerini atölyelerde görebileceğiniz gibi, eski bir iki handa da satış yapan yerlerde rastlamanız mümkün.


İznik'in çinisi meşhur olur da kapı numaraları plastik üzerine sıkıcı bir düz renkle mi yazılır? Elbette hayır! Kapı numaralarında bile bir estetik göze çarpıyor, bu güzel detay insanı mutlu ediyor.


Çivit mavisi diye bir renk vardır, bilir misiniz? Kerpiçten olduğunu tahmin ettiğim, nice yaşanmışlıklara ev sahipliği yapmış ama günümüzde boynu bükük kalmış bu ev bir zamanlar çivit mavisi rengindeymiş. Ne kadar da güzelmiştir kim bilir...


Türkiye'de sanırım bir çok yerde Ayasofya Camisi var. Bunlardan biri de İznik'te. Eskiden bir kiliseymiş, sonradan camiye çevrilmiş. Tarihçesi pek eskilere dayanıyordu, yanılmıyorsam Roma Dönemlerine. Pek çok kez tadilata uğramış ve asıl halinden farklılaşmış. Ama hala güzel bir yapı.


İlçe merkezinde biraz turladıktan sonra İznik Gölü çevresinde dolandık biraz. Burada pek çok balık restorantı var.  Ramazan olduğu için çoğu kapalıydık. Restorantlar tabi ki göl manzaralı...

İznik çok huzurlu ve güzel bir yermiş. Daha önce uğramadığım için üzüldüm açıkçası. Umarım tekrar ve daha uzun süreli ziyaret etme şansım olur. Velev ki gittik, nereleri gezelim diyenler için bu sayfa bir nebze yardımcı olabilir.



14 Temmuz 2015 Salı

İMAJ VE TAKVA

Yazar: Fatma BARBAROSOĞLU
Yayın evi: Profil Yayıncılık

Fatma Barbarosoğlu'nu Ahir Zaman Gülüşleri isimli kitabıyla tanımış ve sevmiştim. 
İmaj ve Takva isimli kitabın da gerek ismi gerekse içinde yer alan bazı cümleleri oldukça çarpıcı diye düşünüyorum açıkçası.
Kitabın ismine baktığımda aklımdan ilk geçen, "tesettür ve moda" kavramıyla ilgili satırlar okuyacağımdı. Ama okuyunca fark ettim ki konu sadece bununla sınırlı değil.

Ben imaj kelimesine nedense sonradan edinilmiş bir alışkanlık anlamı yüklüyorum. Biraz negatif bir anlam da diyebilirim. Takva kelimesiyle bir arada düşünmek biraz garip -yada yakışıksız mı demeliyim- geliyor.

Son dönemde tesettür modası gibi bir kavram çıktı ortaya. Tesettürlü bayanlara hitap eden (?!), kapağında profesyonel makyaj olan bayanların yer aldığı dergiler bir de... Ve beş yıldızlı, açık büfeli, mide doyup da göz doymadığı için akıbeti çöpe dökülmek olan tabakların bulunduğu  ve adı "İslami otel"  olan yerler türedi.

Amacım kişileri eleştirmek değil. Hiçbirimiz mükemmel değiliz. Ama kişileri bir kenara koyarak olayları tartışabiliyor (irdelemek anlamında kullanıyorum) olmamız gerekiyor.
İslam'da gerçekten böyle olgular var mı?
Bu şekilde bir hareket tarzı İslam'a uygun mu?
Ben bu kitapta yazarın nalına da mıhına da dokunmaktan çekinmediğini ve çok da iyi ettiğini hissettim (Fatma Hanım felsefe mezunu, sosyoloji doktorasına sahip, baş örtülü bir gazeteci, yani aslında dış görünüş itibariyle, eleştirdiği şeyleri yapan insanların giyim tarzıyla benzer bir kişi, "içeriden" yani).

Yazıyı biraz uzatacak belki ama kitaptan hoşuma giden bazı cümleleri paylaşmak istiyorum...



Sahabe helalleri bile "ya haramsa" diyerek terk etmeye meylederken ahir zaman Müslümanları haramları helal kılacak fetvaların peşinde.

... Bize bulaşmayacak kadar uzakta olan insanların dertlerini magazin merakıyla tüketme eylemi içine giriveriyoruz. Çünkü uzaktaki insanın dertleri, paylaşma ve yardım etme mesuliyetini üzerimizden alarak kendi günahlarımız için önemli bir dip not, bir referans teşkil ediyor.

Ne dahiye, ne deliye sabrı var toplumun.

Eğer her yazar, entelektüel birikimini, kendi zihni performansını ve inandığı dünya görüşünü bir sıfat (yafta demek daha doğru olabilir, iyi niyeti muhafaza telaşıyla sıfat diyoruz) olarak imzasının önünde taşıyor olsaydı, isimlerimizin önüne getirilen "İslamcı" sıfatından ancak gurur duyuyor olurduk.
Fakat diğer kategorilerin sahiplerinin atlanarak -mesela "Marksist muhabir", "liberal entelektüel", "Kemalist gazeteci", "Yahudi yazar"- sadece İslamiyet'i bir dünya görüşü ve ahiret inancı olarak benimsemiş olanların, imzalarının önüne "İslamcı" sıfatının getirilmesini çok kasıtlı ve manipüle edici bir tavır olarak görmemek mümkün değil.

Esasında insan her şeyin en iyisine layıktır anlayışını her fert kendi dışındaki insanlar için uygulamaya kalksa toplumsal barış adına önemli bir mesafe kat edilmiş olacaktır.

... sanılanın aksine üniversitelerde başını örten ilk kuşak köy kökenli ailelerin değil şehirli ailelerin kızlarıdır.

Müslümanların da bir modası olması gerektiği özellikle müteşebbis beyler ve Müslüman estetisyenler tarafından müdafaa edildi. "Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır" sloganı ile birlikte "en iyi" üzerinde anlaşamayan kafalar en iyinin "en pahalı markalar" olduğu konusunda hem fikir kaldı.

... modern dünyaya laf yetiştirme telaşı Müslümanların dünyayı ve ahireti bir bütün olarak gören algısını zaafa uğrattı.

Şekil olarak, daha ehl-i takva, yani daha dindar olduğumuz imajını verirken, his olarak gittikçe dünyevileşiyoruz.

Tesettürlü kadınlar ve genç kızlar tesettürün toplumsal mesafe boyutunu içselleştiremedikleri için kıyafetin ifade ettiği bedene yabancılaşan jest ve mimikler yaptıklarını, argo kelimelerle doldurulmuş konuşmaların kendilerini karikatürize bir kimliğe düşürdüğünü fark etmiyorlar.

İslam'da kadın ile erkeğin eşitliğini konuşuyoruz. Modern dünyada kadınların kadınlara eşit olmadığını unutarak.

Aslında modern dünyanın sorunu, kadınların "kadınlık bilincine" erkeklerin "erkeklik bilincine" sahip olmamalarından değil, empati yetersizliğinden kaynaklanmaktadır.

İyiliğin doğasında göstermek veya görünmek değil, fark edilmek esastır.

Yakınımızdakine uzaklaşırken, uzağımızdakine yakınlaşıyoruz.

2 Temmuz 2015 Perşembe

BEDDUASI TUTAN KAZLAR

NŞA'da (normal şartlar altında) pamuk yastık, yorgan, minderden şaşmam.
Ama her şey İKEA'da nakışlı motiflerine bayıldığım ve yeni aldığımız koltukta pek de güzel duracağına kanaat getirdiğim yastığı almamla başladı.

Dediğim gibi, vurulduğum şey renkli nakışlardı.
Yoksa yastığın pofidik iç malzemesi (ördek sırt tüyü oluyormuş kendileri) yada yeni sezon ürünü olduğu için fiyatının biraz yüksekçe oluşunun canımı baştan sıktığını söylememek haksızlık olur.

Yastık şudur efendim:

Bazı durumlarda insan bile bile lades diyor sanırım.
Yastığın aşırı yumuşak olması, sırtımızı yasladığımızda rahat edip edemeyeceğimiz sorusunu aklıma getirse de ben bu yastıktan aldım.
Hem de birden fazla (sayıyı telaffuz etmeyeyim, bir kez daha canımı sıkmayayım mübarek gün).

Gel zaman git zaman, işten eve gelince evde ağır bir koku hissetmeye başladım.
Hamilelik sebebiyle koku duyarlılığındandır diye düşündüm ama bu durum gün geçtikçe sinirimi bozmaya başladı.
Sonradan fark ettim ki kokunun müsebbibi yastıklar!
Attım hemen makineye, yıkadım, pakladım (en azından ben paklanacaklarına ihtimal vermiştim).
Yastık kurutmak zaten dert, çıkardım balkona, hava sirkülasyonunu sağlayacak şekilde yerleştirdik, geldik gittik yönünü çevirdik güneşe, tüylerin yerini değiştirdik.
Ama yok, hala kokuyor!
Sonra internetten araştırınca acı gerçekle karşılaştım ki kaz tüyü olan yastıkların kaderinde berbat şekilde kokmak varmış...
Bir umut, kuru temizlemeye verdim tekini.
Ama maalesef. Ben o tüylerle aynı evde yaşayamam.
Ya onlar ya ben! (o derece ruh halimi bozdular diyebilirim).

Kazların Bedduası Olsa Gerek...

İnternette kaz tüyünün nasıl elde edildiğine dair videolar var ki insanın izlemeye vicdanı el vermiyor.
Ben izleyebildiğim kadar ki kısmından sonra ağladım vicdan azabından, o derece diyeyim.
Tövbe ettim yeminle, "Allah'ım, kazlara yapılan zulmü bilmeden aldım ben bunları!" diye.
Çok safça düşünüyormuşum, koyunları falan kırparlar ama canları hiç yanmaz ya, kazların da aynı uygulamaya maruz kaldığını düşünmüştüm hep.
Ama çok yanılmışım, hayvancağızlar canlıyken resmen tüylerini dibinden yoluyorlar!
Canları o kadar çok yanıyor ki demek hayvancağızların, vücudunun yarısında tüy var yarısı yok vaziyette geziyorlar ortalıkta:(
Ve bu koku, o kazların beddualarının ve ah'larının eseri bence...
"Rahat yüzü görmeyesiniz!" diye dua mı ediyorlar artık, bilemedim:(

Hal böyleyken böyle a dostlar.
Kokuya dair bir çözüm önerisi olan varsa lütfen belirtsin.
Yoksa şayet, mahalledeki hangi çöp konteynerinin yanına koysam ben bu yastıkları diye düşünmeye başlayacağım:-/
Gerçi kokusu gitse de kullanmak içimden gelmeyecek sanırım...

(Yastığın fiyatına baktım da, İKEA benim aldığım fiyatın üzerine yaklaşık 20 lira daha koymuş.:p )

29 Haziran 2015 Pazartesi

DÖNEM KIYAFETİ

İki hafta kadar önce Nurdan Hanım'ın kendi tasarlamış olduğu kanaviçe şablonlarını paylaşarak, gönüllü arkadaşlarla güzel bir kanaviçe etkinliği düzenleyeceğinden bahsetmiştim.

Etkinliğin süresi oldukça uzun aslında,  20 haziran-25 aralık tarihleri arasında.
Ama ben bu aralar çarpılamadan duramadığım için, küçük de olsa bir parça işlemek istedim.

Nurdan Hanım birbirinden güzel 4 farklı şablon sunmuş, şablonların biraz detaylıca olmasından mütevellit, sağ olsun, kendi çapımızda küçük bir bölümünü de olsa işlememizde bir sakınca olmadığını söylemişti.

Seçmiş olduğum şablon, 1800'lü yıllardaki dönem kıyafetleriyle ilgili.
Şablondan bir tane hatunu seçerek işledim.
Tamamlamam 5 gün sürdü, o da işten geldikten sonra elime alıp işleyebildiğim zamanlarda (tamam kabul, sahurda da dayanamayıp bir kaç çarpı yapmış olabilirim, hatta cumartesi günü tamamlayabilmek içi sabah sabah gözüme uyku girmemiş ve erkenden uyanıp işlemiş de olabilirim;)

İşlemeyi tamamlayınca, evde bulunan boş çerçeveye yerleştirdim hemen.
Etamin kumaşı beyaz, çerçeve de beyaz renkli olunca, biraz renk katmak istedim.
En alt sıraya çimene benzer bir şeyler yapmaya çalıştım yeşil iplikle...


Pek sevdim, fotoğraflayıp durdum:)


Gelip gidip bakıyorum, seviniyorum:)

Yakından görünüm şu şekilde...


Şablonun aslında 22 adet dönem kıyafeti var.
Sanırım kendimi tutamayıp bir kaç tane daha işleyip, farklı yerlerde değerlendireceğim.
Aklımda fikirler uçuşuyor;)

Şablonun aslı şöyle:
(Ben renkleri farklı kullanmak durumunda kaldım, çünkü renk sayım şu an için kısıtlı;)


Ne dersiniz, nasıl olmuş?

26 Haziran 2015 Cuma

GİRİNCE RAHATLIYORUM

İnternete girme şansımız olduğunda sıklıkla takip ettiğimiz sitelerden konuşalım istiyorum aslında.
Kastım haber siteleri, sosyal ağlar (facebook, twitter, instagram,..) dışında kalan siteler.
Hiç haberimiz olmayan, çok ilginç siteler keşfedebiliriz belki bu sayede.
Konuya yorum ile katılım sağlamak isterseniz lütfen sitenin ismini de belirtiniz (misal; "alışveriş sitelerini çok geziyorum" demenin yanı sıra, en çok hangisini tercih ettiğinizi söylemeniz).

Sağ baştan ben başlayayım;)

İYİ GÜLDÜRÜYOR : ZAYTUNG.COM

Ciddiyet havasında yazılmış esprili yazılara bayılırım ben.
Bu sebeple hemen her gün zaytung'a girerim.
Çoğu kişi biliyordur siteyi, sosyal ve siyasi olayları ciddiyetli bir komediyle ele alıp, kara mizah yapıyorlar.
Bazen çok abarttıkları da oluyor ama ben okurken çoğu kez eğleniyorum.
Hatta iş yerinde masada kendi kendime gülüp durmamın yegane müsebbibi bu sitedir:)
Bir örnek:

Hakikaten, verdiği saatte gelen kaç usta var canım memleketimde? :)

zaytung'da haberlerin yanı sıra dergi kapağı tasarımları da oluyor.
Geçen gün arşivini bir inceleyeyim dedim, acayip eğlendim:)
Bebek dergisi için tasarımı çok hoşuma gitti benim:


Anneannelerin itirafı bitirdi beni:)

PİMPİRİKLİYİM, TAKIYORUM: BİMER

Bu aralar çok girmesem de bir dönem epeyce girip başvuru yapmışlığım vardır.
Hala da ara ara yoklarım;)
bimer'den bahsediyorum.
İyi bir şey değil belki ama aklıma bir şey takıldı mı yada bir eksik gördüm mü bir yerlere bildirme ve bilgi alma hissi geliyor bana.
Başıma şu ana kadar bir şey gelmedi ama daha ne kadar bu şans devam eder, bilmiyorum:)

Sorun, şikayet edin, rahatlayın! :)

İNDİRİMLERİNE BAYILIYORUM: ENGLİSH HOME

English Home'da sezon fiyatı fiyatı yüksek olan ürünleri indirimden almanın keyfi: paha biçilemez!
Bir de kargo teslim süresi biraz daha kısa olsa;)



DURUMLAR NE ALEMDE: EKŞİ SÖZLÜK

Alacağım bir ürün, gideceğim bir yer, o gün gündemde olan bir konu, vs. pek çok konuda göz atıyorum ekşisözlük'e. 
Orada yorumlar bazen çok abartılı olsa da insan fikir sahibi oluyor. Uzun uzun yazılan tecrübe içerikli yazılar bilhassa favorim.



Siz nerelere takılıyorsunuz peki? ;)

24 Haziran 2015 Çarşamba

TAZEDİREKT.COM ALIŞVERİŞİ

Bu ara televizyon reklamlarında sıkça karşılaşıyorum tazedirekt.com ile...

Bursa menşeli markanın ön plana çıkan özelliği, çiftlik ortamında doğal şekilde yetişen hayvanların ürünlerini (et, süt, yumurta) satıyor olmaları. Daha doğrusu markanın yola çıkış noktası bu, fakat şu an ürün yelpazesi oldukça genişlemiş.
Meyve-sebze, atıştırmalıklar, unlu mamuller, soslar, içecekler, bakliyatlar, vs.
Farklı firmalardan temin edilen ürünler, site içerisinde satışa sunulmuş vaziyette.

Alışverişten önce internette okuduğum yorumlar gayet olumluydu. Teslimatın hızlı olması, müşteri ilişkileri, ürünlerin tazeliğini koruyor olması (bilhassa hayvansal ürünler ve meyve-sebze için oldukça önemli) gözümde olumlu bir tablo çizdi ve ilk alışverişimi yaptım.

Meyve-sebze ve hayvansal gruptaki besinler için "organik, doğal" kavramlarının gönül rahatlığıyla kullanıldığını gördüm ürün açıklamalarında.
Fakat ambalajlı olan bazı ürünler için (bilhassa atıştırmalık yada unlu mamüller grubunda olan ürünlerde) ürün içeriği hakkında daha detaylı bilgi ve varsa sertifika bilgilerinin verilmesinin faydalı olacağını düşünüyorum. Zaten bu yönde çalışmaları da devam ediyormuş.

Fiyatlar nasıl derseniz, marketteki fiyatlardan biraz daha fazla tabi;)


Aldıklarımdan bir kısmını kullandım.

Semizotu, yana yakılan körpe yapraklı ve taze semizotu arıyorum ne zamandır lakin bulma şansım olmamıştı. Parmağımın iki boğumu kadar yaprağı olan, kapkalın köklü semizotlarını gördükçe, "bu arkadaşlar nasıl bir ortamda yetişmişler de semirmişler acaba böyle?" diye düşünmekten kendimi alamayıp, yememenin daha hayırlı olacağı kanaatine varmıştım. tazedirekt'ten gelen semizotlarının da yaprakları büyükçe aslında. Ama köklerinin körpe olması, otun cinsinin öyle olduğu hissini uyandırdı bende. Hemencecik pişirdim, acımadım yedim efenim:)

Kayseri mantısı, suda haşlarken bile mis gibi baharat kokusunu almak mümkün. Haşlanan suya çıkan etin yağı, iç harcının gerçekten et olduğuna kanaat getirmeye yetiyor. Ürün içeriğinde katkı maddesi yok, gönül ferah;) Piyasadaki soya kıyması kullanılarak yapılan mantılara -elbette- fark atıyor.

Altın çilek, ben pek bir seviyorum bu meyveyi. Dışındaki kabuğun görüntüsü, içinden çıkan turuncu meyve çok sempatik geliyor bana... Tadı hafif mayhoş ama ben ekşimsi tatları sevdiğim için sorun yok. Bir müddet bekletilse tatlanır diye düşünüyorum. Böyle de gideri var ama.

Kurutulmuş çilek, çok beğendiğimi söylemem lazım. Paketi açtığımda burnuma gelen çilek kokusu ancak annemin evde kaynattığı çilek reçelinden alabileceğim kokuyla eşdeğer. Çilekler şekersiz kurutuluyor. Baharatçılarda satılan, şekerle kurutulmuş meyve kurularına göre tadı çok daha iyi. Meyvenin kendisi gibi...

Bu aralar yalnızlık hissediyorsanız tazedirekt.com'a mail atın, aynı gün arıyorlar:)

Bir kaç ürünleriyle ilgili fikir almak için mail atmıştım siteye. Aynı gün içerisinde aradılar sağ olsunlar (hatta ertesi gün de aradılar. Ve dahi daha detaylı bilgi için arayacaklar:)
Bunun yanı sıra teslimat adresi ve saat aralığı konusunda teyit almak için de arandım.
Bu kadar ilgiye alışkın değilim;)

Teslimatı kendilerine ait özel soğutma sistemli araçlarla yaptıkları için kargo şirketleriyle muhatap olmak durumunda kalmamak ve ayrıca kargo ücreti ödememek de güzel bir şey.
Alışveriş için en düşük tutar ise 50 lira.

Siparişlerim haricinde poşetten çıkan yemek tarifi kartları da güzel bir jest olmuş tabi;)

22 Haziran 2015 Pazartesi

BEBEK HAZIRLIKLARI;) (DOĞAÇLAMA ORTAYA ÇIKAN ANI DEFTERİ)

Dikkatli arkadaşlarım fark etmişlerdi, bir müddet yoktum buralarda.

Yokluğumun sebebi, boyu küçük ama anlamı koooocaman olan bir değişikliğin meydana gelmesiydi hayatımızda: anladığınız üzere, minnak bir bebito:)

İlk aylar bilindiği üzere bazı bünyeleri biraz sarsabiliyor, ben de aynı yollardan geçtim.
Son bir kaç haftadır kendimi -çok şükür- iyi hissettiğim için de sahalara dönüş yaptım;)

Aslında blogda bebek hakkında bir şeyler paylaşma niyetim pek yoktu.
Hani -hayırlısıyla inşallah- doğunca söylerdim, o ayrı mevzu:)
Bu düşüncemdeki sebep, yeme-içme-gezme-el işi falan paylaştığım blogun bir anda pimpirikli bir anne adayının çılgınca arayışlarıyla anne-bebek bloguna evrilmesinden çekinmemdi.
Kendini bu konuya adamış, çok donanımlı bloglar ve siteler var zira, bana ne hacet diye düşünüyordum...

Zıvadan Çıkan Hazırlıklar...

Ama zaman geçip, kendime geldikçe ve ihtiyaçlarımızı -genel itibariyle- internetten araştırmaya başlayınca, bebek hazırlığıyla ilgili bazı konularda paylaşımda bulunma kararı aldım.
Bunda araştırdığım bazı ürünler veya konular hakkında net yada alternatif fikir sayısının az olmasının payı büyük.

Aslında şunu belirtmekte de fayda görüyorum. 
Günümüzde önemli olaylar için (nişan, düğün, doğum, mezuniyet, vb.) yapılan hazırlıklar -bana sorarsanız- çığırından çıkmış vaziyette.
Hazırlıklar olaylı, detaylar oldukça fazla, bu güzellikler için harcanan zaman, emek ve para ciddi boyutlarda.
Önemli gün ve olaylara özenmeyi elbette önemsiyorum, bu da hayatta bir mutluluk kaynağı.
Fakat (hayır şu an acı edebiyatı yapma düşüncesinde hiç değilim, sadece gerçeklerden bahsediyorum), dünyada gerçekten açlık, zulüm, zengin ve fakir arasındaki uçurum giderek artıyorken, savaşlarda anasız babasız, yersiz yurtsuz kalan çocukların durumu ortadayken, haddinden fazlaca abartılmış hazırlıkları içime sindiremiyorum.
Bu sebeple piyasadan çok daha güzellerini temin edebileceğimi bildiğim ama elimden geldiğince kendi imkanlarımla hazırlamaya çalışacağım bazı unsurları (bunlar neler olur, şu an bilmiyorum) paylaşmaya çalışacağım.
Açılışı da bebek anı defteri ile yapayım diye düşündüm...

Tamamen Doğaçlama Bir Defter...

Girişte de belirttiğim üzere, ilk aylarda kendimi pek iyi hissetmiyordum.
Ama özellikle doktor kontrolüne gittiğimiz günlerde bir kaç satır da olsa hislerimi yazıp, bebitoya ve kendimize bir anı olarak bırakmak istiyordum.
Gözümün hiç bir şey görmediği bir doktor kontrolü gününde, evde bir sürü emsali bulunan boş defterlerden birini elime alıp, içimden geçenleri kısa da olsa yazdım. Amacım, toparlandığım zaman eli yüzü düzgün, cicili bicili bir deftere yazdıklarımı temize geçirmekti.
Ama gel zaman git zaman benim sayfalar arttıkça, bu işlemi yapmaktan vazgeçtim (biraz da olduğu gibi kalması taraftarı olduğum için de aynı defterde kalmasını yeğledim).
Ama defterin kapağı konudan tamamen bağımsız bir durumdaydı, enerji verimli evlerle ilgili tanıtım cümleleri vardı:)
"Nasıl olsa bir şeye lazım olur, uydururum" mantığıyla evde bulundurduğum malzemelerden bir kaçını çıkardım masaya ve defteri kapladım.



Kullandığım malzemeler her evde bulunabilecek şeyler.




Telli kısımla defter arasında kalan bölümü kaplayamadım tabi.
Yeşil çizgiyle mavi zemin rengi arasında göze çarpan renk farkını biraz da olsa azaltabilmek için kendir ipini tellerin arasından geçirdim, ucuna da cam boncuklardan bir ayıcık uydurdum ve diğerine de kadife dokulu boncuk taktım.




Sade ama tatlı bir defter oldu bana kalırsa;)
Zaman ilerledikçe belki bir kaç şey daha eklerim üzerine.
Evdeki boş defter stoğundan birini kullanıma geçirdiğim için mutlu, geri dönüşümlü malzemeler kullandığım için huzurlu, defter -çok basit de olsa- kendi çabamla ortaya çıkan bir şey olduğu için de sevinçliyim açıkçası.
Sizce nasıl olmuş? Fazla mı sade? :)

19 Haziran 2015 Cuma

BULAŞIK DETERJANI VE BALIKLAR... NE İLGİSİ VAR?

Bulaşık makinelerinde kullandığımız tablet yada sıvı deterjanların sağlık açısından ne kadar faydalı (!) olduğu malumunuz...
Pek çok bayan bu ürünlere mahkum olmaktan sıkılıp, alternatif bir ürün bulma çabasında.
Bir dönem epeyce araştırmıştım ve en sık rastladığım doğal bulaşık makinesi deterjanı için çözüm yöntemi; tablet gözüne limon tuzu, parlatıcı gözüne de elma sirkesi koyulmasıydı.

Ben de denedim bir kaç sefer.
Sonuç; bulaşıkların kirlerini mümkün olduğunca kurumadan güzelce durulayıp, makineye o şekilde yerleştirmeme rağmen, bilhassa çelik ürünlerin ve cam parçaların bulanık çıkması şeklinde oldu.
Diğer kullanıcıların yorumlarını okurken de bu sıkıntıyla pek çok kişinin karşılaştığını görmüştüm.
Durum biraz da makinenin performansıyla alakalı zannediyorum ki...

Sonuç böyle olunca kursağımda kalan hevesimle yaşamaya devam ettim:(

Önceden de bahsetmiştim, severek alışveriş yaptığım bir site var: tamtabi.com.
Tablet bulaşık tuzu satıldığını görünce, kursağımda kalan hevesler kendini hatırlattı yeniden:)
Bir de bunu deneyelim bakalım diyerek satın aldım bir paket.

Bulaşık Tuz Tabletini Nasıl Kullandım?

1. Bulaşıklar kurumadan güzelce duruladım, kirleri attım.
2. Yukarıda aktardığım gibi, tablet gözüne tuz tabletini, parlatıcı gözüne elma sirkesini koydum. Çatal-kaşık yerleştirilen bölüme sıkmaktan suyu bitmiş limonu yerleştirdim.
3. Bismillah diyerek makineyi çalıştırdım.

Peki Netice?

Sanırım şunu kabul etmemiz gerekiyor ki hiç bir doğal malzeme, kimyasal temizleyicilerden alıştığımız pırıldama, ışıldama ve pampak olma "görüntüsünü" elde etmemizi sağlamıyor.
Ama limon tuzuna oranla, tuz tabletinden daha memnun kaldığımı söylemem gerek.
Bulanık çıkan eşya sayısı çok daha azdı. Ha yine elimde yıkadığım bir kaç şey oldu mu? Oldu.
Ama derseniz "temiz olmasına rağmen sadece görüntüsü biraz bulanıksa benim için sorun yok" o başka, kullanılabilir tabi.
Ama ben o görüntüden pek hazzetmediğim için yıkama gereği hissettim.



Kimyasal İçeren Deterjanlar.. Ve Deniz Canlıları... Ne Alaka?

Kimyasal içerikli deterjanların canlılar için zararları nelerdir diye sorulacak olsa, bu sorunun iki cevabından birini hemen hemen herkes biliyor: deterjan artıkları o kadarcık suyla çıkmıyor ve vücudumuza giriş yapıyor.

Bir de ikinci nedeni var, o da biraz dolaylı yoldan olsa da ucu bize dokunan bir problem. Kimyasal deterjanların pek çoğunda fosfat bulunuyor. Bulaşık yıkanan su, kanallar sistemiyle arıtma tesislerine gitse de ileri bir arıtma teknolojisi kullanılmıyor ise (ki Türkiye'de bu teknolojiye sahip atık su arıtma tesisi sayısı çok sınırlı) fosfat doğrudan atık suyun deşarj edildiği (döküldüğü) su ortamına (deniz, nehir her ne ise) karışıyor. Fosfat, karıştığı su ortamında bazı deniz canlıları için besin değeri kazanıyor ve bu canlıların doğal seyrinden çok daha fazla sayıya ulaşmasına neden oluyor. Böyle bir dengesizlik de pek tabi diğer canlıların olumsuz yönde etkilenmesine sebebiyet veriyor. İşin kötü yanı, pek çok temizlik ürününde fosfat bulunuyor. Fosfatla beslenen deniz canlılarını bilmeden tükettiğimiz söylememe de gerek yok sanırım...


İllustrasyon: Genevieve Young

Ne Yapsak?

Bu durumda şöyle düşünüyorum; bardağımda yada kaşığımda bir kaç tane leke olacak diye, bilmediğim yerlerdeki deniz canlılarına zarar vermeye içim pek el vermiyor. Bu sebeple önümüzdeki süreçte mümkün olduğunca tuz tableti-elma sirkesi ve limon üçlüsüyle yoluma devam etmeyi planlıyorum. Umarım lekeler beni yıldırmaz:) Karar da sizlere kalmış, benden bir arkadaş tavsiyesi:)