30 Nisan 2014 Çarşamba

FAZLA EŞYALARINIZ BAŞKALARININ EKSİKLERİNİ TAMAMLASIN İSTER MİSİNİZ?

Millet olarak eski eşyalarımızı yada artık kullanmadığımız şeyleri "belki bir gün işe yarar" mantığı ile saklamaya pek bir meyilliyiz.
Yıllar içinde, hangi vakit geleceği belli olmayan o "bir gün" için beklettiğimiz kıyafetler, eşyalar o kadar çok birikir ki evde...
Kanepe ve baza altları, dolap içleri, dolap üstleri, balkon, küvetin içi...
Hınca hınç dolar zaman içinde.
İnsan dolabını açmaya korkar yeri gelir de...
Hiç gelmeyen o "bir gün" için beklettiğimiz ürünler farklı insanların ihtiyaçlarını karşılayabilir halbuki.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadın Koordinasyon Merkezi'nin bu amaçla başlattığı güzel bir hizmet var.
Kullanılabilir durumda olan eşyalarınızı vermek istediğinizi 444 00 93 'ü arayarak bildiriyorsunuz.
Merkez ayağınıza kadar gelip verecek olduğunuz eşyaları adresinizden teslim alıyor.
Kendim teslim etmek istiyorum derseniz adresleri çok kolay; Airport Alışveriş Merkezi'nin arkası..
Giyim, mefruşat, gelinlik, gibi farklı içerikte pek çok ürünü vermeniz mümkün.
Merkezin farklı hizmetleri de bulunuyor.
Detaylı bilgiyi buradan görebilirsiniz.

Ben iletişime geçtiğimde ertesi gün teslim alabileceklerini söylediler.
Anlaştık. Fakat anlaştığımız saatte evde olamadığım için merkezlerine teslim ettik;)
Bu hizmetle hem eviniz hem vicdanınız rahata erebilir;)

* Fotoğraf internetten alıntıdır.

29 Nisan 2014 Salı

KÜÇÜK LÜKSLERİMİZ: DIM TIS'LI HALLER

Lise ve üniversiteye giderken hep korkardım büyüdüğüm zaman (iş güç sahibi olup evlenince) sahip olduğum küçük lükslerimden teker teker kopmak zorunda kalırım diye.
Lükslerim mi dedim?
Ne ola ki onlar?

Boş zaman (?) kavramını değerlendirmek yada sırf ses olsun diye değil , sevdiğim ve zevk aldığım için müzik dinlemek, bu bir.
Yün battaniyemi ve kahvemi alıp kitap okumak, kitabım bitince üşümek, iki.

Sakin bir yer bulup ruh halime göre yazmak, üç.

Bir Türk klasiği olan kalabalık ev gezmelerine gidip arka fonda ne amaca hizmet ettiği belli olmayan ama illa ki açık olan bir televizyon, kimin kime ne anlattığından emin olamadığımız iç içe geçen sohbetler ve portakal kokan ellerimle kucağımda bir meyve tabağı eşliğinde oturmak durumunda kalmadığım için şimdilik şansım yaver gidiyor (bence sohbet muhabbet sakinlikte olur, karambolde değil;)

Yazımın asıl mevzusu birinci madde, dım tıs'lı haller yani.
Gençken (öğrencilik yıllarına tekabul eden zaman diliminde)  yeni çıkan gruplardan yada (Türk) rockçılardan kulağıma kestirdiklerim içerisinde, onlar müzik yapmayı bıraksa dahi, ömrümün sonuna kadar dinleyebileceklerimi bulup çıkarmak pek bir zevk verirdi bana.
Epey oldu, bilinen kitap-cd satan mağazalardan birinde arka planda hareketli tınılar dikkatimi çekti.
Önceden dinlemediğim birileriydi bunlar.
Kasadaki genç arkadaşa sordum, o da bilemedi, başka birine sordu.
Sorulan arkadaş ağzının içinden "kung fu" dedi.
Garipsedim, herhalde yanlış anladım diye düşündüm.
Ama Google'de şarkı sözlerini yazınca kulaklarımın hala iyi işittiği kanaatinde vardım;)

Sevdiğim şarkının haleti ruhiyeme uyan satırları şu:

benim kendime dair umudum var hala

Nasıl bir tesadüfse artık! :)

Dinlemediyseniz bir deneyin derim.
Hemen yazın Google'ye: Kung fu hala dinle

;)

Sizin dışarıdan bakınca küçük ama size yaşam enerjisi veren lüksleriniz ne peki?

* Fotoğraf internetten alıntıdır.

28 Nisan 2014 Pazartesi

LAVAŞ İLE PİZZA YAPIMI

Tarifin ismini ilk okuduğumda "lavaşla kuru olmaz mı ?" diye düşündüm, yalan yok.
Fakat tarifi okuduğum özge'nin oltası sitesinde gördüğüm pişmiş pizza, fikrimi desteklemenin aksine gayet lezzetli görünüyordu;)
Hal böyle olunca "denemekten ne çıkar?" diyerek kolları sıvadım, sonuçtan da memnun kaldım.
Verdiğim adresteki tarifi birebir uygulamadım, biraz doğaçlama yaptım.
Pizza da keyfe göre çeşnilendirebileceğimiz bir tat değil mi zaten? ;)

Kullandığım malzemeler:

Sos için;

- 8 yemek kaşığı domates sosu 
(sosunuz yoksa domatesleri küçük küçük keserek zeytin yağında biraz tuzla pişirebilirsiniz)
- Kekik
- 3 diş sarımsak (sarımsağı çok seviyorum, ne yapayım;)

Üstü için;

- Domates
- Yeşil biber
- Rendelenmiş kaşar peyniri
- Pastırma (çok sevmeme rağmen artık işlenmiş et ürünü (salam, sosis) tüketmemeye dikkat ediyorum. Sucuk yada pastırma tercih ettiğim alternatifler)
- Tereyağı

- Ve esas oğlan: 
Lavaş

Hazırlanışı:

- Domates ve biberleri küçük küçük doğradım, kaşar peynirini rendeledim, kenara aldım.
- Domates sosunu ocakta 5-6 dakika kadar pişirdim. Altını kapatmadan önce biraz kekik ve küçük küçük kestiğim sarımsakları ekleyerek 40 saniye kadar pişirdim.
- En alta bir lavaş koydum. Üzerine domates sosu sürdüm. Biraz kaşar serptim. İkinci lavaşı koydum. Yine domates sosu sürdüm (1 pizza 2 kat lavaştan oluşuyor yani). Domates, biber ve pastırmayı yerleştirdim. En üste küçük parçalar halinde tereyağı koydum. 
- Fırını 180 derecede önceden ısıttım. Pizzaları fırına verdim. Pişmesine yakın en üste tekrar kaşar serptim.
- Kaşarlar eriyince pizzaları fırından çıkardım.
- Sonuç; hiç acımadan hunharca yedik:)

Tarif kolay, lezzet güzel.
Umarım geri dönüşü kalori cinsinden olmaz;)




Ufacık tefecik dipnot: Fırınım NŞA'da (normal şartlar altında yani;) biraz kurutan cinsten:-/ Buna rağmen lavaşlar tıkır tıkır olmadı .
Güzel bir fırına sahipseniz, çok daha iyi bir sonuç elde edeceğiniz aşikar...

24 Nisan 2014 Perşembe

KARMAKARIŞIK ETAMİN İPLERİNE KARTON MAKARA ÇÖZÜMÜ

Etamin işlemeden arta kalan ipler başıma dert olacak gibi gelmişti.
Farklı boylarda farklı renklerde azar azar elimde kalan ipler aklımı kurcaladı.
İnternette ip sarmak için plastik yada kartondan üretilmiş makara benzeri yapılar var (örneğin).
Almak yerine kendim kartondan bir şeyler uydurabilirim diye düşündüm.
Plastik olanlar sürekli bu işle haşır neşir olanlar için uzun vadede mantıklı olabilir tabi, o başka bir mevzu;)

Bir kaç ay önce çok farklı bir amaçla aldığım ama vakit yetersizliği (tamam, biraz da tembellik;) sebebiyle amacı için henüz kullanılmamış kalın bir karton vardı elimde.
Makas, falçata, cetvel, kalem ve kesme tahtasını aldım önüme, başladım çizmeye...
3*3 ebatlarında küçük kareler hazırladım.




















İplerin başını ve sonunu görebilmek ve ipleri rahat çıkarmak için karşılıklı iki kenara çapraz olacak şekilde
küçük kesikler attım.

21 Nisan 2014 Pazartesi

SUDA ÇÖZÜNEBİLEN ETAMİN / SOLUBLE CANVAS

Bu aralar yeni merakım etamin işlemek.
Çok detaylı, allı pullu, güllü böcekli şeyler işleyecek vaktim pek yok.
O yüzden küçük motifleri tercih ediyorum.

Önceden işlediğim hazır etamin kitlerinden arta kalan iplerim vardı.
Bunları değerlendirmek ve -en çok da- merakımdan ötürü suda çözünebilen etamin aldım.


Siparişi goblen.com'dan verdim.
Bu siteden gayet memnunun. İki kez alışveriş yaptım, ikisinde de hiç bir sorunla karşılaşmadım ve kargom hemen ertesi gün elime ulaştı.
Kargo poşetinin içinden çıkan minik lavanta kesesi de insanı mutlu ediyor;)

Döneyim asıl konumuz olan suda eriyen etamine (bu isim tam olarak karşılığı mıdır ürünün bilmiyorum ama nedense benim böyle adlandırasım geliyor) ...
İşlemek istediğiniz kumaşa, işleyeceğiniz motiften biraz daha büyük bir parça etamin kesip sabitliyorsunuz, motifinizi işliyorsunuz ve işlemi tamamlayıp nesneyi sıcak suda yıkadığınızda etamin çözünerek kayboluyor.
Etaminin ebatı oldukça küçük, 20*20 cm.
Fiyat da bu boya göre bence fazla: 19 tl.
Benim gördüğüm kadarıyla piyasada pek alternatifi yok.
Varsa da ben bilmiyorum (Kadrolu kanaviçeci arkadaşlarımızdan bilen varsa ve beni aydınlatırsa memnun olurum;)


Aklımda bazı fikirler var.
Bakalım ne zaman vaktim olur da yapabilirim;)

14 Nisan 2014 Pazartesi

ŞİFRELİ -ÇOK- KISA BİR ÖYKÜ

Bana kalırsa hızlandırılmış bir kurs yada  zip'lenmiş bir dosya gibi yaşıyoruz hayatlarımızı.

Her gün koşturmaca, istanbulkazanbenkepçe, bunaldım biraz.

Değişiklik olsun dedim, telefona sarıldım, nabrutvebiz ("biz" derken; ben, keyfim ve kahyası... bir de nabrut, etti 4 kişi), vurduk kendimizi Kabataş sahiline...

Dalgaların şıpır şıpır sesi, İDO iskelesindeki cıvıltılı kalabalık, seyyar tezgahını açan korsan kitap satıcısı, hep aynı noktada simit satan beyaz önlüklü hafif göbekli adam, ayağı takılıp yere düştüğü için canı yanan ve bir de "neden düştün, üstünü batırdın?" diye annesinden çimdik yiyen çocuk,...
Manzara bu.
Nerede hareket, orada bereket misali...
Hallerim geldi, başımı çevirdim denizden tarafa, attım bacak bacak üstüne...

Mekan self servisti, bugünlük böyle olsundu, el yaptım çağırdım garson genci...
"Sek içmem" dedim... ve ekledim: "Yanında illa ki su olsun"... Bir güzellik yaptım, 2 hatırlıkahve söyledim dördümüze.
Rahmetli dedem hazmı taam derdi kahveye. Yumdum gözümü, 3 dikişte bitirdim taamı hazmettiren kahveyi. Telvesinin suyunu emdim damağımla dilimin arasında sıkıştırarak... 
Ve hissettim: yenilerkendinihayat...


                                                                             OoO

Uyuşuk Hayalperest'in bana da ilettiği bir mim'di şifreli öykü.
Kısa bir hikaye metninde, istediğimiz blog arkadaşlarının adını da içeren şeyler yazıyoruz.
Hoş bir mim bence;)

İsmine yer verdiğim arkadaşlarım yanıtlayabilirler isterlerse;)

11 Nisan 2014 Cuma

KAMERA ARKASI

Fıdıllıoğlugillerden blog arkadaşımız nabrut, bloglarımızdaki yayınları hazırlama süreçlerimizi merak etmiş ve bu konuyu "blogların sahipleri yazılarını hangi hal ve şeraitte yazarlar?"  sorusu ile mim haline getirmiş.
Yanıtlamaktan mutluluk duyarım:)

Fotoğraf olmazsa olmaz...
Yazacağım konuya karar verdiğimde, konuyu -bilhassa- kendi çektiğim fotoğraflarla desteklemeyi seviyorum.
Bu sebeple -şimdilik amatör ama ileriye dönük daha iyi koşullarda olmasını temenni ettiğim- fotoğrafları çekiyorum.
Fotoğrafları bilgisayarıma yüklemeden yazmaya başlamam (tablette de çalışamıyorum).
Önce onları basit bir program olan photoscape ile renk, ışık, yazı olarak düzenleyip kaydederim ve vira bismillah deyip yazmaya başlarım.

Şşş... Sessiz olalım...
Yazmak için ortamın sakin olmasını tercih ediyorum.
Gürültülü ve hareketli bir mekanda odaklanmak güç oluyor.
Nescafe eşliğinde satırları doldurmak beni mutlu ediyor;)

Özen önemli...
İmla, kelime ve anlatım hatası yapmamayı oldukça önemsiyorum.
O yüzden yazdıklarımı sürekli kontrol ederek yazarım.
Yazım tamamen bitince bir kaç kez de anlatım bütünlüğü yönünden kontrol ederim ve -genellikle- yayına alırım.
Çünkü bir olayı yaşadıktan sonra yazmayı ve sıcağı sıcağına yorumlamayı daha çok seviyorum.
Taslak olarak kaydettiğim yazılarım da var ama bu tür yazılar çoğunlukla genel bilgi niteliğindeki içeriklere sahip.



Merak ettiği bir husus daha var nabrut'un, şu an masaüstü arka planında ne var?
E hadi ona da bakalım madem;)

10 Nisan 2014 Perşembe

HAZIR YUFKADAN CİPS YAPIMI

Evde cips yapımı ile ilgili bir çok yerde benzer tarifler var.
Bazı tariflerde labne peyniri ve baharat karışımları ile bazılarında zeytin ezmesi öneriliyor.
Birbirine yakışan malzemeleri kullanarak farklı iç harçları hazırlanabilir tabi.

Kullandığım malzemeler:

- 1 adet yufka
- 1/2 paket hellim peyniri
- Fesleğen
- Acı pul biber
- 3 küçük diş sarımsak

Hazırlanışı:

- Hellim peynirini rendeledim ve bir kenara aldım.
- Sarımsakları oldukça ince kıydım.
- Fesleğen, acı pul biber ve kıyılmış sarımsağı bir kapta güzelce karıştırdım ve 5-6 dakika beklettim (Bu konuda takıntım var. O lezzetler birbirine geçmeli:) Vaktim olsa biraz daha çok bekletirdim ama kabul ediyorum, üşendim:)
- Yufkayı tezgaha serdim. Yufkanın yarısına önce peyniri yerleştirdim, üzerine baharatlı karışımı serptim. Yufkanın kalan yarısını üstüne kapadım. Yani O şeklinde olan yufka D şeklinde katlanmış oldu.
- Yufkayı ikişer parmak kalınlığında 1 sıra kestim ve çok yanlış yaptığımı fark ettim;) Çünkü kestikten sonra yufkaların yan kısımları hep açık olduğu için tepsiye alırken çok zorlanacağımı ve iç harcının hep düşeceğini hissettim. Hemen küçük bir düzenleme yaptım; yufkayı 3 parçaya böldüm ve her parçayı ayrı ayrı yağlı kağıdın üzerine serip kesme işlemine öyle devam ettim. Bu kısmı atlamamanızı öneririm. Tezgahta kesilen küçük küçük parçaları tepsiye almak hem oyalayıcı hem de malzemeyi israf etmeye sebep oluyor.
- Tüm bunları yaparken bir yandan da fırını 180 derecede ısıtmaya başladım.


8 Nisan 2014 Salı

ADAM GİBİ VALİ- RECEP YAZICIOĞLU

Yazar: Köksal PABUÇCU
Yayın evi: Nesil Yayınları


Vali denince akla gelen ilk kelimeleri sıralayalım desek zirvedeki ilk beş* şunlar olur sanırım:

1. Takım elbise
2. Kravat
3. Makam odası
4. Eskort araçlar
5. Devletin ildeki temsilcisi (ilkokul 3 Hayat Bilgisi kitabındaki bilgi)

* Sıralama kendi arasında değişebilir.

Bu beşliyle oluşan kasvetli ve bürokratik çerçeveyi bir kenara koyalım şimdi...

Ve şu sorulara yanıt arayalım:

7 Nisan 2014 Pazartesi

ŞAPKALI KIZ-KANAVİÇE

Kanaviçenin bir bağımlılık etkisine sahip olduğu kanaatindeyim.
Minin minik boşluklara işlenen çarpılar, ortaya harika bir bütün çıkarıyor.
Elimde olan kanaviçeyi tamamladım.
Kendim yaptım diye demiyorum ama pek de güzel oldu, çok da güzel oldu sanki:)
Hazır kitleri sevdim.
Elimdeki ip yetecek mi kaygısı yok, kasnağı, deseni çerçevesi her şeyi hazır.
Mis!
:)

3 Nisan 2014 Perşembe

TAKSİCİLER BAGAJ ÜCRETİ TALEP EDEBİLİR Mİ?

Başka şehirlerde böyle bir problem yaşanıyor mu bilemiyorum.
Ama İstanbul Otogarı'nda defalarca bagaj parası alırdım, almazdın harbi yaşadım taksicilerle.
Ve bu durum genellikle bayram dönüşlerinde, hareketliliğin yoğun olduğu günlerde elinizde bir kaç parça eşyanız olduğunda başınıza geliyor.
Önemli bir başka faktör de yakın mesafeye gidecek olmanız.
Tüm taksicileri töhmet altında bırakmak istemem ama tecrübeyle sabittir, elinizde bir kaç parça eşya olduğunu gören ve yakın mesafeye gideceğinizi söylediğinizde taksicinin "5 tl bagaj ücreti alırım!" cümlesini telaffuz etmemesi pek mümkün değil.
Bir kaç taksiciyle sözlü mücadeleye girişsem de "bagaj taksiden ayrı mı gidiyor?"  şeklinde inceden dokundursam da sonuç alamadım.
Çünkü durumu nasıl belgeleyeceğimi bilmiyordum.
Geçen gün efendi bir taksiyle bu konuyu konuştuk, o da işini ciddiyetle yapan taksicilerin bu tarz davranan meslektaşlarından şikayetçi olduğunu belirtti.
Konuştuklarımızdan sonra ve mevzuat olarak da biraz araştırma yapınca çözüm yolu aklımda şekillendi.

2 Nisan 2014 Çarşamba

MÜBADELE YORGUNU BİR RUM KÖYÜ: KAYAKÖY

Mübadele hikayeleri beni hep hüzünlendirir.
Bu topraklar üzerinde yaşayan, belki sınıf belki iş arkadaşımız olan pek çok kişinin hikayesinde ya göçmenlik yada mübadele vardır.

Yerini ve hikayesini tam olarak bilmesek de Fethiye yakınlarındaki Kayaköy'ü öğrenince uğramak istedik.
2 günlük Fethiye gezimizde gitmek için pek çok nokta belirledik kendimize; antik kentler, doğal güzellikler ve akraba ziyareti gibi.
Ama gitmeden önce biliyordum, en çok etkileneceğim yer Kayaköy olacaktı.

Sizleri bilemiyorum tabi, fotoğraflara baktıkça benimle aynı şeyleri hisseder misiniz...

Eski bir Rum köyü olan ve mübadele döneminde boşaltılan Kayaköy'e giden yol yemyeşil, sakin ve huzurlu.
Yol üzerinde memleketimin sevimli köylerinden biri var, koyunlar otluyor, arılar ağaçtan ağaca çiçekten çiçeğe uçuşup bal yapmanın derdinde...


Alışık olmadığımız ama özlediğimiz bir sakinlik ve kuş sesleri arasında hedefimize doğru yavaşça süzülüyoruz.
Ve Kayaköy beliriyor.