30 Eylül 2013 Pazartesi

CEKETİMİ BONCUKLADIM, RAHATLADIM!

Gri rengi çok severim. Her şeye uyuyor.
Epey zaman oldu, hafif uzunca gri renkli triko bir ceket almıştım.
Üzerinde hiçbir incik boncuk yok, gayet sade.
Mevsim sonbahara dönerken bu ceketimi de çıkardım dolaptan.
Dedim "bu kadar sadelik yeter, biraz renklendireyim ceketimi"...
Ve aldım elime iğne ipliği.
Bir de pek tabi rengarenk minik cam boncuklarımı...
Sadece ceplerine diktim boncukları.
Bence pek bir sevimli oldu.


Önceki hali de şöyleydi:


İyi günlerde giymek nasip olur inşallah...

27 Eylül 2013 Cuma

EV YAPIMI FINDIKLI ÇİKOLATA

Başlık her ne kadar "ev yapımı fındıklı çikolata olsa" da çikolataları evde yapmış değilim;)
Yaptığımız şey, evde fazla sayıda olan fındıksız çikolataları fındıklı hale getirmek.
Fi tarihinde, adını hatırlayamadığım bir yerlerde okumuştum bunu.
Evde de bir sürü çikolata olunca, bir deneyelim dedik eşimle...

Cam kavanozda saklamamıza rağmen nem almış olan fındıkları tavaya alarak ocakta bir müddet kızarttık.


Küçük bir tencereye kaynamış su koyduk, üzerine cezveyi yerleştirip çikolataları da içine attık (Benmari usulü yani).
Çikolataların erimesini bekledik.
Eriyince fındıkları içine attık, fındıkların çikolataya bulanması için güzelce karıştırdık.


Tezgaha serdiğimiz yağlı kağıda, çikolataya bulanmış fındıklarımızı aldık.


Bir süre buzdolabında beklettik.

Sonuçta elde ettiğimiz fındıklı çikolata aynı Beyoğlu çikolatasını anımsattı bana...


Afiyetle de hüplettik:)

23 Eylül 2013 Pazartesi

İLK KIŞ HAZIRLIĞIM: DOMATES SOSU

Mutfak işleriyle artık doğrudan seviyeli bir ilişki yaşamaya başladığım için başımın çaresine bakmayı yavaş yavaş öğreniyorum.
Eskiden ablamın kış için hazırladığı lezzetli kışlık domates soslarını bu sene kendim hazırlamaya çalıştım.

Yapımı gayet kolaydı.
5 kg domatesi güzelce yıkayıp rondodan geçirdim.
Tencereye aldım.


Güzelce kaynattım.
Ocaktan almama yakın tuz ve zeytinyağı ekledim.
Tuz ve yağ için miktar veremeyeceğim çünkü göz kararı ilave ettim.
Ocaktan aldıktan sonra sosu bir gece beklettim.
Ertesi gün kavanozlara  yerleştirdim.
2 büyük kavanoza sadece kaynatmış olduğum sosu koydum.
3 küçük kavanozda da sosun üzerine sarımsak parçaları ve sirke ekledim.
Bunları yemeklerle beraber yiyoruz...


Ağızlarını güzelce kapattım.
Hepsi bu...


Farklı farklı tarifler var.
Kavanozları ve kapaklarını kaynar su ile streril hale getirip sosu kavanoza koyduktan sonra, kavanozu ters çevirerek havasını çıkarmak gibi.
Benim yaptığım yöntem uygulanmış ve başarıyla sonuçlanmış bir metot.
İki yöntem arasındaki tek fark-sanırım-benim buzdolabında saklamak zorunda olmam.
Havası alınarak yapılan soslarda buzdolabı dışında da bekletmek mümkün.

Görelim bakalım nasıl olacak.

Biz de bir söz vardır, bir şey pişirildiğinde şöyle dua edilir: Allah eşle dostla afiyetle yemeyi nasip etsin.
Amin diyelim...

22 Eylül 2013 Pazar

EVİMİZİN MAYDONOZU

Balkonumuzda maydonoz yetiştirmeye niyetlenmiştim.
Epey zaman oldu.
Ama ilk girişimim ne yazık ki başarısız sonuçlandı
Az su verdiğim için maydonozlar büyümedi, doğru düzgün de çıkmadı.
Yılmadım, ikinci girişimimde başarılı oldum.
Ve nihayet maydonozlarımız yenilebilecek kadar büyüdü.


Bu sabah -kıyamasam da- kopardım.
Nasıl da tazecik ve körpeler...
Sabah kahvaltıda afiyetle yedik.
İnsan kendi yetiştirdiği şeyi yerken değişik hissediyor.
Tamam kabul, çok emek harcamadım, sadece suladım, ama bu bile beni mutlu etti.
Pazardan aldığımız sert yapraklı maydonozlar gidi değildi bir kere...
Mutluyum:)
Balkonda yetiştirdiğimiz yeşilliklerle mutlu olmakla yetinen bir nesiliz aslında.
Ama olsun, bu da bir şeydir...




20 Eylül 2013 Cuma

SEMİZOTU YEMEĞİ

Hem anne hem baba tarafından Egeliyiz.
Bu sebeple evimizde sıkça sebze yemekleri pişer.
Ege'de yeşillik de fazladır ve Egeliler pek çok yeşil bitkiyi şu muhteşem üçlü ile karıştırıp severek tüketir:

zeytinyağı+limon+sarımsak :)

Semizotu da bu muhteşem üçlü ile karıştırılarak salata halinde yenebilir.
Bunun yanı sıra sarımsaklı yoğurt ile yemek de mümkün...

Semiz otunun bağırsakları yumuşatma, kanı üre gibi maddelerden temizleme, idrar söktürme gibi faydaları var.

Ben semizotunun yemeğini çok seviyorum.

Yapması da gayet basit:
Semiz otlarının saplarını -sertse- kesiyoruz. Kalan otları güzelce yıkayıp vaktimiz de varsa sirkeli suda bir müddet bekletiyoruz.
Soğanları yemeklik olarak kesip zeytinyağında -meşhur ifadeyle- pembeleşinceye kadar çeviriyoruz.
İsterseniz salçayla, mevsimindeyse domates ile pişirmeniz mümkün.
Kestiğimiz semizotlarını tencereye alıp, ocaktan inmeye yakın tuz ve kesilmiş 2 diş sarımsağı da ekleyince, ohh mis!


Salça yerine domatesle pişirince -hiç su eklemediğim halde- yemek biraz sulu oldu.

Bazı tariflerde kıyma yada pirinç de ekleyerek pişirme önerisi bulunuyor.

Sebzesevergillerdenseniz tavsiye ederim...

17 Eylül 2013 Salı

ÇİÇEKLİ BÖCEKLİ MUTFAK ÜRÜNLERİNİN MARKASI: GREENGATE

Çiçekli böcekli, puanlı noktalı porselenler yada mutfak eşyaları -gözlemlediğim kadarıyla- kadınların genellikle ilgisini çekiyor.
Bahsettiğim tarzda ürünler satan bir marka var: Greengate.
Bu markanın ürünleri bir ara Tepe Home Mağazalarında satılıyormuş.
Fakat bir ara satışa son verilmiş.
Ama öyle zannediyorum ki markanın talibi çok, 2013 Temmuz ayı içerisinde Tepe Home Mağazalarında Greenngate ürünleri yeniden satışa başlanmış.
Bana en yakın mağaza Mecidiyeköy'deki Cevahir.
Dün bir heves mağazaya gittim, ürünleri inceledim.
Açıkçası ürün çeşidi bana az geldi.
Her ne kadar sayıca az olsalar da, kendileri gayet cici.


Hepi topu 2 raflı dolapta Greengate ürünleri vardı.



Bu güzel şekerliği almaya niyetlendim, sonra ne olduysa başka şeylere bakarken unutmuşum...



Mutfak önlüğü de çok güzeldi.
Ama her güzeli alırsak evde yer kalmıyor tabi:)









16 Eylül 2013 Pazartesi

5D SİNEMA MI? BEN ALMAYAYIM!

Hafta sonu Esenyurt'taki Torium'a gittik.
Alışveriş merkezlerinin ıdık bıdık bir şeyleri bahane ederek indirim kampanyası yaptıkları dönemlerden birine denk gelmişiz.
Tek seferde 40  Turkish lira symbol 8x10px.png ve üzeri alışveriş yapanlara 5D sinema  ve/veya Snowpark girişinde çift kişiye tek kişi fiyatı ödeyerek girme imkanı sunuluyordu.
Bizim de nasibimizde varmış, yaptığımız alışverişe hem 5D, hem de Snowpark giriş bileti almaya hak kazandık.
Vakit biraz geç olmaya başladığından Snowpark girişini başka bir güne erteleyip 5D'ye girelim dedik.
Benim pek atraksiyonlu eğlence yöntemleri ile aram iyi değildir.
Hem kişilik yapım hem de burcum gereği, biraz hımbılım sanırım:)
"Macera" anlayışım polisiye yada gerilim kitabı okumakla sınırlıdır.
Bu sebeple önceden hiç 5D sinema izleme gibi bir hevesim olmadı.
Bu bilet meselesi ve eşimin hevesi olmasa pek de yanaşmazdım bu işlere zaten:)

Uzatmayayım, sinemanın girişine geldik.
Farklı film çeşitleri içinden uzay yolunu seçtik (korku, heyecan, eğlence gibi farklı çeşitler var. İlk seferde korkuyu izlemek her an başımdan gitmeye hazır aklım için biraz zorlayıcı olabilirdi!)
3D gözlüğümüzü aldık, yaklaşık 5 dakika sürecek macera için psikolojik olarak hazırlanmaya başladım.
İçeriye girmeden, bilet alınan alanda içeride olup bitenleri izleyebiliyorsunuz.
Ben de göz ucuyla ne oluyor diye baktım tabi.
Bağırmalar, koltukta çılgın gibi sallanmalar falan...
Ürktüm ben açıkçası! :)
Sıra bize geldiğinde birbirine bağlı ve hareket eden yan yana 3 koltuktan en ön sıradakilere oturduk (aynen fotoğraftaki düzeneğe bindik biz de).


Koltuklar geniş hacimli bireylerin de sığabileceği şekilde tasarlanmış sanırım.
Ben öyle iri kıyım biri değilim.
Koltukta önümdeki metal levhayı güzelce kavramaya çalıştım, çünkü film esnasında o koltuk çılgın gibi sallanıyor!
Kişiyi koltukta tutabilecek herhangi bir aksam yoktu.
Sonunda ışıklar kapandı, film oynamaya başladı.
İlk başta her şey iyi gibiydi. Görüntüye, boşluğa düşüyor gibi olma hissine, koltuğumun çılgınlar gibi sallanmasına alışmaya başladım.
Ama bir an geldi ki artık yapamayacağım fark ettim.
Filmin ortalarına doğru yüzünüze sis gibi buhar gibi bir şey veriyorlar.
En önde olduğumuz için bu beni iyice rahatsız etti.
En sonunda gözlerimi kapadım. Sadece koltuğumun çılgınlar gibi bir sağa bir sola sallandığını ve yüzüme sis gibi bir şeyin geldiğini hissettim.
En sonunda 5 dakika bitti.
Ama ben de bitmiştim.
Hemen koltuktan kalkıp dışarıya attık kendimizi.
Eşim de korkmuştu (yada heyecandı yaşadığı, bilmiyorum) ve sürekli gülüyordu:)
Ama ben gerçekten korkmuştum.

Bence bu eğlenme şeklinde yanlış olan bir şeyler var:
1. Film esnasında kendinizi çok kötü hissetseniz, mideniz bulansa hatta bayılsanız durumu fark edebilecek kimse yok. Çünkü çok ses var, ortam karanlık ve uyarı yapabileceğiniz bir buton, düzenek hiç bir şey yok.
2. Koltukta tutunarak kalmak zayıf bünyeler için zorlayıcı... Koltuk hareketli olduğu için kemer sağlıklı bir çözüm olmayabilir iskelet sistemi için ama bele kadar inen bir tutaç olması daha makul bence.
3. Sis diye verdikleri madde ne bilmiyorum ama bizi rahatsız etti.

Bu tip gördüğüm olumsuzlukları genellikle oradaki yetkililere söylerim. Ama bu sefer kendimden o kadar geçtim ki ağzımı açıp bir şey söylemeye mecalim kalmadı.

Sinemaya girmeden önce bir uyarı levhası okudum; hamilelerin, tansiyon hastalarının binmemesi gerekiyor.
Ama kapalı alanda kalma korkusu olanları da bu sınıfa eklemeliler bence.

Böyle bir deneyim yaşamış olduk.
Atraksiyonlu eğlence şekilleri ile pek aranız yoksa, bence pek bulaşmayın bu 5D sinema işine:))

* Fotoğraf alıntıdır.




13 Eylül 2013 Cuma

ÇİN PAZARINDAKİ CAZİP ÜRÜNLER

Çin Pazarındaki ürünlerin çeşidinde ve kalitesinde sanki artış varmış gibi geldi bana.
Dün böyle bir mağazaya uğradım, Çin Pazarında gördüğüme şaşırdığım bir kaç şey aldım.


En çok heveslenerek aldığım, odaya koku yayan bambu çubuklu oda kokusuydu.
Aslında aklımda soru işaretleri vardı mesela kokusu güzel ve kalıcı mıydı yada teneffüs edilmesi insan için zararlı olan maddeler var mıydı içerisinde (genellikle (sevmeme rağmen) kokulu objelere mesafeli dururum bu sebeplerden ötürü. Temin edeceğim yer bir de Çin Pazarı olunca iki kat fazla düşündüm açıkçası.)
Epey düşünüp tüm rafları gezdikten sonra, gözümü kapatıp aldım.
Kokusunu beğenmezsem lavaboya döker kurtulurum diye kendimi teselli ettim:)
Çünkü en çok dönerli bir şekle sahip vazoyu ve içindeki toplu bambu çubuklarını beğendim.
Kutunun paketlenme şekli markalı ürünlere benziyordu.
Görünüş benzese de fiyat farkı ortadaydı...


Sonunda paketi açtım.
Hemen kokusunu nasıl diye baktım. Sonuç: Eh işte!
Ama şaşırdığım şey, çiçeğin vazoya yapıştırılmış olması yerine kutunun içine süs olarak konmuş olmasıydı.
Halbuki ben o çiçeği de sevmiştim...
Hemen silikonla yapıştırmayı düşündüm.


Biraz zor da olsa yapıştırmayı başardım.


Görüntü olarak fena değil.
Ama güzel ve kalıcı bir kokuyu sonraki alışverişlerime erteledim:)

Diğer aldığım ürünlerden biri, 10 tanesi 1 Turkish lira symbol 8x10px.png'den 1 paket desenli peçete.
Bir de 50 ml'lik Eyüp Sabri Tuncer limon kolonyası.
Desenli peçeteleri çok seviyorum. Sunumu güzel hale getiriyor.
Ama yalnızca bir sefer kullanılacak olan peçetenin kat kat oluşu ve oldukça kaliteli olmasına rağmen kullanıldıktan çok kısa bir süre sonra çöp kovasını boylayacak olması bana hep milli serveti ellerimle çöpe atmak gibi geliyordu.
Bu peçeteler o kadar kalın katlı değil ve fiyatı da uygun. O sebeple almak mantıklı geldi.

50 ml'lik limon kolonyası ise benim gibi midesi ağzında yolculuk yapanlar için  kurtarıcı görevi görebilir.
Eskiden yuvarlak şişede, çantada taşınabilir nitelikte limon kolonyaları olurdu. Annemin çantasında hep bulunurdu.
Aramama rağmen hiç bulamadım o kolonyalardan.
Bu da şansıma karşıma çıktı...


Kısa günün kârı, güzel şeyler almış oldum:)

Çin Pazarında dikkatimi çeken bir şey daha oldu aslında; yapışkanlı ve simli eva kağıdı.
Fotoğrafı internetten buldum ama orada gördüklerim de aynı buna benziyordu.


10 tanesi 10 Turkish lira symbol 8x10px.png.
Eva kağıtlarının piyasa değeri bundan daha fazladır diye düşünüyorum.
İlkokula giden öğrencilerin proje ödevlerinde kullanılması için cicili bicili haliyle  faydalı olabilir.

11 Eylül 2013 Çarşamba

NAZLI YEĞENE KEÇE ÇANTA

Çok tatlı ve bir o kadar da -sağ olsun- bilmiş bir yeğenim var:)
Epey zaman oldu, keçeden cüzdan siparişi verdi bana.
Aradan zaman geçti, yavrucağım hedefi büyüttü, çanta istediğini söyledi.
Önceden "cüzdanı nasıl dikerim ki?" diye düşünen ben, büyüyen hedef ile biraz endişelendim açıkçası.
Ama şanslıydım, çünkü sevgili becerikli anneciğim o ara bizde kalıyordu.
Beraberce kolları sıvadık.
Çantayı oluşturacak keçeyi kestik.
Dikmeyi düşündüğümüz; dal, üzerinde duran bir baykuş ve yaprakları kestik.
Siparişi veren nazlı ve bilmiş yeğene:) "biz böyle böyle yapıyoruz, haberin ola" diye telefon ettik.
Yavrucak siparişine sipariş ulayıp bir de ay koymamızı rica etti.
Kesip biçtiklerimizin tümünü iğneledik.


Anneciğim bunların tümünü, çantanın birleşim yerlerini ve saplarını elinde dikti.
Yazık, parmakları da bu arada acıdı.
Çünkü keçe tek katken dikimi elde kolay olan bir malzeme iken, kat sayısı arttıkça dikişi zorlaşıyor.
Nihayetinde tüm parçalar dikildi, işlem tamamlandı.
Ortaya şöyle bir şey çıktı:

Beyaz renkli ay, tüm görüntü içinde biraz farklı gibi geldi annemle bize, o yüzden annem o kısmı dikmedi.
Son kararı nazlı ve bilmiş yeğene bırakmak üzere, onu iğneli halde bıraktık...

Annem memlekete dönünce hemen vermiş bizim bilmişe çantayı, o da -haliyle- çok sevinmiş, çok beğenmiş:)
Sabah sabah okula giderken hemen eşyalarını koymuş içine ve öyle gitmiş.


Çantayı ben de çok beğendim.
Siyah renginden de kendime dikmeyi planlıyorum.
Kısmet...